Saz sohbetleri, geçtiğimiz yüzyılın ortalarına kadar Ramazan aylarında Antalya kahvehanelerinin en vazgeçilmez eğlencelerinden biri olmuştu. Saz sohbetleri olarak nitelendirilen saz ve şiirle yapılan bu eğlenceli toplantılarda taşlamalı atışmalar, çoğu kez tartışmalı bir durum alırdı. Halk ozanları bulundukları kahveyi tıklım tıklım dolduran yüzlerce meraklı dinleyiciye adeta bir tiyatro atmosferi içinde dedikodusuz, hoş ve heyecanlı saatler yaşatırlardı. Bu saz sohbeti yapan halk ozanları, genellikle dört arkadaş köy köy, kent kent gezerek, çıktıkları bir iskelede veya uğradıkları bir kentte, kentin müşterisi bol kahvecileri tarafından adeta kapışılırdı. Her kahve sahibi, onları kendi kahvesine götürmeye çalışırdı. Tabii bu, halk ozanları için de kaçırılmaz fırsattır.
Kendilerini ağıra satarlar, henüz bir karar vermemiş gibi görünerek oldukça naz ederlerdi. Fakat sonunda en müşterisi bol, kazancı en iyi olan kahveci âşıkları kendi kahvesine götürmeyi başarırdı.
Bu dört arkadaş kahvenin en baş sedirinde misafir edilir; dört saz da kahvenin en göze çarpan bir duvarının yüksekçe bir yerine asılırdı. Artık bu halk ozanları kahvenin özel konuklarıdır. İlk üç gün, halk ozanlarının dinlenme hakkıdır. Kahvede yer, içer; orada istirahat ederlerdi. Bu günler süresince kahvehanede bir bayram havası eser, âşıklar kahveye akın akın gelen kahvehane müşterilerinden büyük saygı görürlerdi. Bu arada âşıkların geldiğini halka bildirmek gerektir. Ancak, bunda acele edilmez; ağır davranılırdı. Üçüncü gün ise kentin sokaklarında tellal çağırtılırdı.
SOHBET AÇMA TÖRENİ
Üçüncü gün akşamı teravih namazından sonra akın akın insanlar kahveyi doldurunca sohbet açma töreni yapılırdı. Bu tören şöyle yapılırdı: Halk ozanları tarafından hazırlanmış olan bir muamma (içinde bir bilmece dörtlük bulunan küçük çıkın) kahvenin uygun bir yerine asılır ve kahveciden başka kimsenin bilmediği muammanın çözülüş biçimini gösterir bir kâğıt da bir çekmeceye kilitlenirdi. Önce kahve sahibi bilmecenin yanındaki tutkallı levhaya -maddi durumuna göre- bir altın veya gümüş mecidiye koyardı. Artık şairlerin de sazlarını ele alma zamanı gelmiştir. Yavaş yavaş, tek tek, mısralarla karşılıklı söyleşmeler başlar. Bu küçük söyleşiler, sonunda beyitler, kıtalarla yer değiştirirdi. Bu bir divan, ya da halk ozanının kendisinin veya ustasının eseri olurdu. Bu saz sohbeti üç gece sürer ve bu üç gece içinde yalnız karşılıklı şiirler okunurdu, o kadar. Dördüncü gece, sohbette bulunan kentin ileri gelenleri, zenginleri için methiyeler (övgüler) söylenmeye başlanırdı. Bunlar, genellikle Ramazan manilerinde olduğu gibi; o kişinin durumu, tavrı, giyinişi, kuşanışı, oturuşu, kalkışı, gülüşü, söz söyleyişi, işi, gücü ile ilgili olurdu. Ustaca yapılan benzetme ve hiciv tüllerine sarılarak atılan bu övgü oklarına hedef olanlar, halk ozanlarına gönüllerinden kopan bahşişi verirlerdi.
Bu bahşişler kahvecinin tutkallı tahtaya yapıştırdığından daha fazla değerde olursa onun yerini alır ve tahtaya verenin adı yazılırdı. Verilen ufak tefek bahşişler ve tahtadan indirilen para şairin yanındaki, postun altına -bahşişi vereni utandırmamak için- konurdu.
HAFTALARCA DEVAM EDERDİ
Bu saz sohbetleri, böylece her gece birbirine eklenerek, haftalarca, hatta bazen Ramazan ayı geçtikten sonra da devam ederdi.
Duvardaki muammanın indirilmesi gösterilen ilginin azalması ile olurdu. Kahveye gelen giden olsa bile, artık kendisinden bir iki beyite, bir iki dörtlüğe karşılık beşon kuruş alınabilecek kimse kalmadı mı o zaman yeni ve son bir törenle, günlerden, haftalardan beri herkesi meraka düşüren içinde 'muamma' bulunan çıkının düğümü çözülür; herkes bilmecenin cevabını öğrenirdi. Ayrıca binde bir kahveye rasgele uğrayacak yabancı bir halk ozanının zekası da bu bilmecenin indirilmesine neden olabilirdi. Fakat, bu aşıkları çok üzer, o anda yerin dibine geçtiklerini hissederlerdi. Yabancının yüksek sesle ve büyük bir gururla okuduğu: "
Meydan yerinde nice kamiller Bulurlar alırlar, saz elden gider. Sevildiğin yere sık varıp gitme Kalkar itibarın naz elden gider." dizelerini işitmemek için adeta kulaklarını tıkarlar. Zira, onların o güne dek halk ozanlarının büyük uğraş ve didinme ile topladıkları parayı bu halk ozanının alma hakkı vardır. Fakat söylenenlere göre, nedense bu adet hiç olmamıştır. Ancak zavallı halk ozanları, bu yerde artık onurlarını kaybetmişlerdir.
Sonradan ortaya çıkan ve bilmeceyi çözen halk ozanı, kendine takdir dolu alkışlar toplayarak gurur ve heybetle sokaklardan geçerken, dertli şairler de ellerinde sazları küskün adımlarla, bir başka kente veya kasabaya doğru yola çıkarlardı. Ancak bu çok nadiren olurdu. Kendilerine birçok geceyi zevk ve neşe içinde geçirten saz şairlerini, halk sonsuz bir sevgi saygı ile uğurlarlardı. Ceplerinde çalışmalarının haklı kazancı, kalplerinde gidecekleri kentte görecekleri saygıdan emin dört yoldaş halk ozanı başka bir kentin yolunu tutarlardı.
TİYATRO EKSİK OLMAZDI
Saz sohbetlerinden başka kahvehanelerde, özellikle Ramazan ayında Anadolu turnesine çıkmış tiyatro kumpanyaları oyunlarını sergilerlerdi. Yenikapı'daki eski Vatan Kahvesi ile bugünkü Antalya Ticaret Borsa'nın bulunduğu yerdeki eski Borsa Kahvesi ve yine bugün Kalekapısı'ndan Şarampole çıkan taşıta kapalı yolda Çınaraltı Kahvesi gibi büyük kahvehaneler bu tiyatro kumpanyalarının oyun temsil yerleri idi. Ramazan geceleri tiyatroya gitmek bir kısım halkın en büyük eğlencelerden biriydi.
BORSA MUSTAFA'NIN MERAKI
Antalya kahvehane sahipleri içinde Borsa Mustafa (Büyükfenerci) tiyatroyu çok severdi. Bu nedenle sık sık tiyatro kumpanyalarını, ünlü şarkıcıları Antalya'ya davet eder, onlara kahvehanesinde sahne verirdi. Ayrıca oynanacak temsilde muhakkak kendisi için de küçük bir rol verilmesini ön koşul olarak ileri sürerdi. Antalya'daki bu üç yer ile diğer daha küçük birkaç kahvehane, günümüzdeki gibi iletişim araçlarının, tiyatroların bulunmadığı yarım yüzyıllık bir süreçte Antalya kent halkının dış dünyaya açılan en önemli bir penceresi olmuştu.