Fran Healy ile buluşmak için gittiğimiz Berlin'in Mitte semtinin ara sokaklarından birinde bekliyorum. Arkamdan "Hey Alper!" diye biri sesleniyor. Dönüp bakıyorum, bu Travis'in vokalisti Healy. "Bak bu annem," diye bizi yanındaki güler yüzlü kadınla tanıştıyor. Aynı sahneyi, bundan birkaç sene önce İstanbul'da Beşiktaş civarında yaşadığımı da hatırlıyorum. Fran Healy, İstanbul konseri sonrası otelinden çıkmış, yiyecek bir şeyler arıyordu. Tesadüfen biz de bir şeyler yemeye çalışıyorduk ve yine arkamdan "Hey Alper!" diye bir ses gelmişti. Bu sefer Auguststrasse'de Fran Healy'nin evine çok yakın olan bir yerdeyiz. Onun favori mekanlarından birine, Keyser Soze'ye oturuyoruz. Daha ben, beni nasıl hatırladığının şaşkınlığını atmaya çalışırken, o bir de üstüne, geldiğim için çok mutlu olduğunu söyleyip, teşekkür ediyor. Gelecektim tabii ki. Milyonlarca albüm satmış bir grubun vokalisti bu, ama gerçekten çok mütevazı. İki Berliner Pilsner söyleyip konuşmaya başlıyoruz...
- Yaklaşık üç yıldır Berlin'de yaşıyorsunuz. Neden buraya taşındınız?
- Burada bir ev tutmaya karar verdiğimizde çocuğumuz henüz iki yaşındaydı. Londra'da çocuklar çok daha hızlı büyüyor. Dört yaşında okula başlıyorlar. Bu bir açıdan iyi ama ben yürümeden önce sürünmeye inanan bir insanım. Hem fiziksel hem de zihinsel olarak. Berlin'de çocuğumuzun bunu yapabileceğini düşündük. Clay'in altı yaşına kadar okula gitmesine gerek yok. Oyun oynamaya da vakti olacak, kendi vücudunda güvenini kazanmaya da... Burada olmamızın asıl sebebi oğlumuz. Ben çok şanşlıydım. Grubum başarılı oldu. Berlin'de bir ev satın alabildim. Bazen loto kazanmışım gibi hissediyorum. Ama fakir bir aileden geldim. Bunu hiç unutmuyorum ve ne kadar şanslı olduğumu biliyorum.
- Baba olmak hayatınızı nasıl değiştirdi?
- Baba olmak beni mutlu ediyor, çünkü benim hiç babam olmadı. Baba olarak, bir anlamda kendi babama da sahip olmuş oluyorum. Annemin zamanında babamban ayrılmış olmasını doğru buluyorum. Çocuğun kötü bir ortamda büyümesi kabus.
ÖLÜM İLANIMIZI OKUYOR GİBİYDİK
- Geçen senenin sonunda bir solo albüm yayınladınız. Zamanlamanın özel bir sebebi var mı?
- Çünkü sürekli aynı şeyi yapmaya doydum. Her açıdan, basın açısından da değişik bir şeyler yapmamız gerektiğine dair bir görüş birliği vardı. Aslında şarkıları tamamen aynı şekilde yazıp söyledim ama solo bir albüm olduğu için daha özgürdüm.
- Uzun zamandır birliktesiniz ama Travis'in müziği zaman içerisinde çok da belirgin bir şekilde değişmedi. En azından Radiohead'inki kadar. Bu bilinçli bir tercih miydi?
- Kişisel olarak Radiohead'in yolculuğunun göze alabileceğim bir şey olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Thom Yorke'a (Radiohead'in vokalisti) baktığımda her zaman kendi derisinin altında rahatsız olan birisini görüyorum. 'Cool' olmayı o kadar çok istiyor ki, aşırı zorlanıyor. Bana göreyse 'cool'luk kendin olmak, kendi derinin altında özgüven sahibi olmaktır.
- Peki ya müziğiniz?
- Aslında biz de zaman içerisinde değiştik. Her albümümüzde farklı bir şarkı vardı.
The Man Who'yu yayınladığımızda benim evimde masada oturduğumuzu hatırlıyorum. Tüm gazeteler karşımızdaydı. Eleştirilere bakıyorduk. Korkunçtu. Sanki kendi ölüm ilanımızı okuyor gibi hissetmiştik. İnsanlar seviyordu ama eleştirmenler sevmemişti. Çünkü farklıydı. İşin ilginç tarafı biz belki Radiohead'den de fazla değiştik. Ama bunu bağıra bağıra söylemedik. Bu biraz da pazarlamayla ilgili.
- Hiç Travis'ten ayrılmayı düşündünüz mü?
- Travis'le ömrümün sonuna kadar devam etmek istiyorum. Bence gruplar birlikte yaşlanmalılar. Müziklerinin zaman içerisinde nasıl şekillendiği takip edilebilir olmalı. Değişik çaldıklarını görmek gerekli. Mesela R.E.M.'in davulcusu ayrıldığında bence grup durmalıydı. Çünkü aralarındaki kimya sona erdi. Onlar şarkılarını dört kişi birlikte yazıyorlardı. Davulcuları Bill Berry'nin şarkılarda büyük payı vardı.
Everybody Hurts'ü bile o yazmıştı. Herkes farklı şekilde çalışıyor elbette ama.
- Travis için neler ilham kaynağı oldu?
- Benim kişisel olarak en sevdiğim albümlerden biri Joni Mitchell'ın
Blue'sudur. İşte benim sözler açısından ilham kaynağım budur. Ama 90'larda bizi Oasis ve Radiohead de etkiledi. Sanırım biz tam olarak bu iki grubun ortasında duruyoruz. Ben konuşamayacağım şeyler hakkında yazarım, bu genelde hisler olur. Noel Gallagher ve Thom Yorke da öyle yapar. Gerçi, onların sözlerle ne söylemek istediğini asla bilmezsin.
- Şarkıları nasıl yazıyorsunuz?
- Gruptaki şarkıların hepsi benim şarkılarım. Ben yazıyorum. Ama bazen bodrum katındaki stüdyoma sıkılarak iniyorum. Geçen hafta stüdyomun duvarına Monthy Python posteri astım... Ben şarkı yazarken ilk denemem kötü olur. Böyle bir şeyi insanlara nasıl dinletebilirim ki diye utancımdan yerin dibine geçerim. İkincisi ise ondan da beterdir. Tam bunu yapamayacağıma ve enerjim kalmadığına karar verdiğimde son bir kez daha zorlarım ve işte şarkı o zaman ortaya çıkar. Herkes başka şekilde yapar.
Festivale gidecek param hiç olmadı
- Bu yıl İstanbul'da Rock'n Coke'da çalacaksınız. Peki sizin gittiğiniz en iyi festival hangisiydi?
- Ben hayatımda festivale gitmedim. Çünkü buna yetecek param hiçbir zaman olmadı. Gittiğim ilk festival T in the Park'tı. Onda da çalıyorduk zaten. Ondan sonra gittiğim hepsinde de çalmak için oradaydık.
- Çaldığınız en iyi festival hangisiydi?
- Bir tanesi T in the Park'tı. Albümümüz The Man Who yeni yayınlanmıştı. T in the Park'ta sahneye çıktığımızda oraya ilk gidişimiz aklıma geldi. Komedi çadırında iki komedyenin arasında çalmıştık. Davulcumuzun ayağı kırık olduğu için zaten konser de tam bir komediydi. Bize bilet verdikleri için çok mutluyduk tabii ki. O sene Oasis İskoçya'daki ilk büyük konserini bu festivalde veriyordu. Çaldıkları çadıra giremediğimizi hatırlıyorum. Sadece dört yıl sonra, aynı çadırda biz çalıyorduk ve görüntü inanılmazdı. İki yıl sonra Glastonbury'de ana grup bizdik.
İstanbul'da hit'leri öne çıkaracağız
- Daha önce de İstanbul'a geldiniz. Bu sefer neler çalacaksınız?
- Bilmiyorum. Bir şarkı listemiz var ama İstanbul'da hit'leri ön plana çıkaracağız. Uzun zamandır çalmadığımız için çok da heyecanlıyız. Çünkü bir süredir birlikte bir şey yapmıyorduk. Bizim için bahane oldu. Eminim bu iş olmasa bir altı ay daha bir araya gelmek için beklerdik. Bu yüzden İstanbul'da çalacağımızı duyunca çok sevindik!