Mucizevi bir insan Pip Utton... Hayatı boyunca tiyatro aşkıyla yanıp tutuşmuş, yazdığı oyunları topluluklara, oyunculara, yönetmenlere götürmüş ve her defasında ret cevabı almış ama vazgeçmemiş. Hiç tiyatro eğitimi olmaksızın, 45 yaşında işini bırakıp kendi tiyatrosunu kurmuş. Ve ardından gelen 17 yılda, tek kişilik tiyatro yazarlığı ve performansı alanında dünyanın en büyük ustalarından biri haline gelmiş inançlı, sabırlı ve cesur bir sanatçı. Edinburgh Fringe Festivali Başkan Yardımcısı, İngiliz oyuncu ve oyun yazarı Pip Utton 17 yıl önce tiyatro sahnelerinde rüştünü ispat etmesini sağlayan başyapıtı
Adolf'u, Burak Sergen'in performansıyla izlemek için geçen haftalarda İstanbul'daydı. Biz de Pip Utton'la sıra dışı sanat yaşamını ve başarılarını konuştuk...
-
Hitler ruhunun günümüz modern toplumları içinde yaşamaya devam ettiğine inanıyor musunuz?
- 'Hitler'in ruhu' demek, belki ağır olur. Ama ırkçılık ruhunun hâlâ tüm dünyada canlı olduğuna inanıyorum.
-
Adolf'un Türkiye prodüksiyonunu nasıl buldunuz?
- İstanbul'da izlediğim
Adolf beni çok etkiledi. Sahnede, oyunun alışılmış halinden çok daha farklı bir yaklaşım ve konsept izledim. Bu da iyi, çünkü oyunun sürekli aynı biçimde kopyalanmasından hoşlanmıyorum. Söz gelimi benim oynadığım Adolf, çok daha kontrollü bir karakter. Buradaki Adolf gibi kendi kendine konuşmuyor. Her zaman direkt izleyiciyi hedef alıyor. Bir diğer farklılık, benim finalim çok daha uzun.
-
Burak Sergen'in performansı hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Tek kelimeyle büyüleyici ve hipnoz ediciydi.
-
Türk tiyatrosu hakkında bilginiz var mı?
- Maalesef yok. Sadece tarihiniz hakkında kısıtlı bilgilerim var. Malum, biz İngilizler'in kendimizi tüm dünya tarihinin sahibi sanmak ve diğer ülkelerin de geçmişi olduğunu unutmak gibi bir hastalığımız var. Türkiye tarihinde tabii ki Atatürk'ü tanıyorum ve çok önemli bir insan. Hakkında daha çok şey öğrenirsem onun için de soyun yazmak isterdim.
-
Yıllar önce kariyerinizin başında neden Hitler hakkında bir oyun yazdınız?
- Asıl hareket noktam ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve önyargı üzerine bir oyun yazmaktı. Biz İngiltere'nin 2. Dünya Savaşı sonrası gelen ilk kuşağıyız. Savaşa gitmedik ve İnandıklarımızı savunmak, onlar uğruna mücadele etmek zorunda kalmadık. Oysa iki oğlum var ve inandıklarım adına bir şeyler söylemek, insanları uyarmak istiyorum. Bu oyunu yazmak benim 'Dikkatli olun!' deme biçimimdi. Bir de o dönemde kimse bana iş vermediği için etkili bir oyun yazmak zorundaydım. Hitler'i bu yüzden seçmiş olabilirim. Öncesinde çok seçmeye katıldım ama hiçbir tiyatroya kabul edilmedim ve sonunda kendim için bu oyunu yazdım.
İSTANBUL' DA BÜYÜK BİR ENERJİ VAR
-
Yeteneğinin keşfedilmesini bekleyenn gençlere ne tavsiye edersiniz?
- Onlara tek tavsiyem yaşlıların tavsiyelerini dinlememeleri... Çünkü ben hayatı kendi yaşımın gözleriyle görüyorum ve bu onların işine yaramaz. Dünyalarımız farklı. Buna rağmen yaşlılar gençlere öğütte bulunmaya, hatta talimat vermeye bayılır. Kendi adıma onlara, her günü yeni bir fırsat ve taze bir macera gibi değerlendirmelerini söylerdim. Ama şu meşhur 'Bugün, geri kalan hayatının ilk günüdür' klişesinden bahsetmiyorum, bu mantık bana saçma ve imkansız geliyor. Ben sadece şimdinin keyfini çıkarmak gerektiğine inanıyorum.
-
Gelecekte tiyatronun sinema karşısında gücünü kaybetme riski var mı?
- Evet. Maalesef tiyatrocular da tiyatro izleyicisi de yaşlanıyor. Gençleri sinema ve internet yerine tiyatroya çekecek formüller bulunmalı.
-
İstanbul'u nasıl buldunuz?
- Oyunu izlediğimiz Bo Sahne'nin olduğu Cihangir semtine bayıldım. Çok renkli ve hareketli bir yer. Oyundan sonra şehri dolaştık, kebap yedik. İngiltere'de yediklerimden farklıydı. Bir İtalyan'la tanıştım. İki yıl önce tatil için Türkiye'ye gelmiş, İstanbul'a âşık olmuş, Türkçe bilmediği halde gelip yerleşmiş. Hâlâ da konuşma eksikliği hissetmiyor çünkü, şehrin enerjisiyle bütünleşmiş. Evet, İstanbul'da gerçekten büyük bir enerji var!