Sahilde doğup büyümüş bir kimse için, denizin ifade ettiği değer başkadır.
Denizi olmayan bir yerde doğup büyümüş olan kimsenin değerlendirmesi ise başkadır.
Ömrünün ilk yarısını sembolik büyüklükte kalmış olan
Çubuk Barajlı Ankara'da geçirdim. Denizi ise ilk kez 1942 yılında Antalya'da gördüm. O gün benim için bir anıdır.
Babamın atanması sebebiyle Burdur'a kadar trenle geldikten sonra, Antalya'ya gitmek için bir kamyonun kasasına eşyalarımızı yükledik.
İki sıralı şoför mahallinde de ailem oturmuştu. Arada uzun bir mesafe olmasına karşılık ilk göründüğü yerde, denize düşmemek için ayaklarımla direnmeye çalışmıştım.
Ankaralı için yaz tatilinde denize gitmek 1950'lerde kuzeydeki
Amasra ile başlamış, sonra
Erdek, Marmaris ve
Bodrum ile gelişmişti.
O tarihlerde her gün 5-6 saat su kesintisi yaşanan Ankara'da; deniz, göl bir yana,
musluktan su akması bile lükstü.
KURSAKLARINDA KALDI
Ekonomide bir kural vardır:
Az olan kıymetlidir (nedret kuralı). Onun için 1974'de İzmir'e gelirken ilk işimiz deniz kıyısında, Asansör semtinde bir daire kiralamak oldu. Daha önce yazdığım için, okuyucularım hatırlayacaklardır.
Ev sahibemizin, balık tutmak için hemen olta alan çocuklarıma "Bu denizde balık değil,
mikrop bile yaşamıyor" sözü, heveslerini kursaklarında bırakmıştı.
Anlattığım olaydan bu yana tam 40 yıl geçti. Geçen hafta, başkanlığını yaptığım bir kuruluşun sertifikalarını imzalamak için Cumhuriyet Meydanı'na bakan 11. kattaki büroya uğradım. Camdan bakarken, sefer yapan iki Körfez vapurundan başka bir şey göremediğim için, kendi kendime "
İzmir denizine ne zaman kavuşacak" diye mırıldanmıştım. Mırıldanmamın gerekçesini bilemeyen sekreterim " Hocam, deniz işte karşımızda ya" deyince, kendisine şöyle yanıt verdim: "Benim gönlümdeki deniz insanlarla iç içe olmalı.
Şu görüntüde yelken açanların, kürek çekenlerin yer almasının zevkine doyulabilir mi!"
TONLARCA ÇÖPÜN ETKİSİ
Bundan 6-7 yıl kadar önce Körfez'in temizlik seferberliği (!) başlatıldığında, yerel yöneticiler, Alsancak İskelesi'nden Karşıyaka'ya 1-2 sene içinde yüzerek gideceklerinin sohbetine koyulmuşlardı.
Ama olamadı. Çünkü, Körfezi yoğun bakımdan çıkarmanın,
ölümden geri döndürmek gibi bir çaba gerektiğinin farkına hala varamamışlardı.
Taşkınlara sebep olan yağmurların arkasından Körfeze taşınmış olan tonlarca çöpün toplanması, yoğun bakımdaki Körfezi
hala öldürmeye devam ettiğimizi göstermez mi! Sokakların kirliliğini gördükten sonra, denizin neden temizlenemediğine şaşmıyorum.
Bir tarihte Singapur'a giderken, daha önce gitmiş bir arkadaşım "Yerlerde sigara izmariti, otobüs bileti bile bulamazsın" demişti.
İnat için
bir tane bile bulup da getirip kendisine gösteremedim.
İzmir'in kıyı şeridinin, bir uçtan öbür uca yüzlerce kilometreyi bulmasına karşılık, başta denize girmek olan ilişkinin hangi ölçüde zayıf olduğuna dikkatinizi çekerim. Gündoğdu Meydanı ve Sahil Bulvarı yapılmadan önce, bu yakada ve Karşıyaka'da yaşayanların deniz ile ilişkisi ancak uzaktan seyretmek ölçüsündeydi.
Bu iki yerin oluşturulması ile İzmirli denizi yakından görme mutluluğuna kavuşmuş oldu. Ama, ben bunu da
yeterli bulmuyorum.
Çünkü,
deniz sadece seyirlik değildir. Zaten, kirliliğinden ve rahatsız edici kokusundan henüz kurtulamamış Körfezi karşıdan seyretmekten başka ne yapabilirsiniz ki!
Onca alt yapı yatırımından sonra, Feribot İskelesi'nin oradan geçerken genzimin hala neden yandığını anlamış değilim.
Gazete sayfalarında da yer alan çirkin renk ve kokunun önüne geçilememiş olması, denizin sevilmesi ve korunması için henüz yeterince isteğimizin bulunmadığını da anlatmaktadır. Acaba
şair Hayali "Ol mahiler ki, derya içredür deryayı bilmezler" dizesini, Körfez'in denize benzemeyen haline bakarken mi yazmıştı!