İstanbul Modern'de başlayan
Gelenekten Çağdaşa başlıklı sergi, ezeli dertlerimizden birisini yeniden tartışma gündemine getirmeye aday. Gerçekten de Türkiye, bütün bir 20. yüzyılı,
Tanzimatla başlamış bu tartışmayla geçirdi. Eskiden
gelenekten moderne denirdi. Bu sergide
modern yerini çağdaşa bırakmış durumda. Aradaki tek fark o. Ama bu farkın nedeni de açıklanmıyor.
BİTMEZ BİR TARTIŞMA
Gelenek-modern tartışması Batı'da da mevcuttur ve bazı dönemlerde bir hayli keskindir.
Ama bizde gelenek ve modern ilişkisini belirleyen ana kavram Doğu-Batı gerilimidir. Modern olan zihin dünyamızda daima Batı'yı temsil etmiştir. Geleneksel olan da her zaman Doğu'yla ilişkilendirilmiştir. Buna bağlı olarak Doğu mistik, Batı materyal olanla, Doğu dinsel Batı seküler olanla ilişkilidir. Fakat bütün bunlar daha ziyade geniş bir kültürel havzada yer alan kavramların siyasal bazı ön kabullerle düşünülmüş halleridir. Batılılaşma 1840'larda başlamış 1920'lerden sonraysa kesin bir kabul kazanmıştır. Ne var ki, Batılılaşmanın en radikal biçimde uygulandığı 1925 sonrasında bile Batı denen 'şeyi' şüpheyle karşıladığımız açıktır. Batı aynı zamanda kötücül olanın, emperyalist olanın odağıdır. Kendi benliğimizi ve kişiliğimizi bulmak Batıya karşı olmakla da ilgilidir. Bu
ikilem Ziya Gökalp'in sentez arayışıyla ve 'Türk milletinden İslam ümmetinden Garp medeniyetindenim,' demesiyle bir ölçüde yatışmış olabilir. Ama unutmayalım ki, 1960'larda '
ulusal sinema kavgası' veriliyordu ve
Attila ilhan, Cemil Meriç, Kemal Tahir gibi yazarlar bu ikilemi nasıl çözeceğimiz üstünde düşünmeye devam ediyordu. Şunu kabul etmek gerekir:
Batılılaşma bizim kendimize öteki gözüyle bakmamızın bir aracıdır. Bu modernleşmeyi anlayışımızın da bir ifadesidir.
BİR SERGİNİN HALLERİ
Sonra 1990'lar gelip kürselleşmeyle birlikte modernleşmemizi başka terimlerle ifade etmeye başlayınca bu vadinin dışına çıktık.
Sert ve keskin bir modernleşme tarifinden uzaklaşınca ve alternatif modernleşme gibi kavramlarla tanışınca, kimlik, bellek gibi konularda rahatladıkça Doğu ve Batı arasındaki ayrımı da kaldırdık. Bu gelenekle yeniden barışmamızın bir aracı oldu. Tam böyle bir noktada bu sergi açıldı.
Serginin eski bir algılama üstüne inşa edildiği kanısındayım. Geleneksel olan bu sergide neredeyse boydan boya İslami, Osmanlı, mistik olanla bütünleştirilmiş. Bunu açıklayan bir unsur yok ortada ama çağdaş diye sergilenen yapıtların tamamı bu kesitte yer alıyor.
Erol Akyavaş'ı, Murat Morova'yı, hatta Ergin İnan'ı, Balkan Naci İslimyeli'yi başka türlü okumak mümkün mü? Uzak açılımları farklı olabilir. Fakat yüzeyde bu elemanlar çarpıyor göze. Hele serginin içine serpiştirilmiş 'antikite' örnekleriyse büsbütün bu doğrultuda bir yönlendirme içeriyor.
KİM GELENEKSEL, KİM MODERN?
Oysa bunun ötesi var. Birincisi,
gelenek modern bir şeydir diye daha önceki bir görüşümü tekrar edeyim.
Çünkü gelenek modernitenin icat ettiği bir olgudur. Gelenekseli yaşayanlar o tanımın farkında, değildi. Onun geleneksel olduğunu moderni oluşturduktan sonra biz tanımladık. Buradan bakınca geleneksel olanın nasıl bir zihni yapıya karşılık geldiğini Türkiye'de söylemek artık o kadar kolay değil.
Geleneksel olan sadece Osmanlıdinsel- mistik olanla sınırlı tutulamaz. Bu, çok ideolojik bir değerlendirme olur. Yani cumhuriyetçi ideolojinin etrafında biçimlenmiş genel kabulün bir kere daha dayatılması olur. Bedri Rahmi'yle bu eksende İnci Eviner'in veya Akyavaş'ın ne ilişkisi olabilir? Zorlanırsa iş 'turistik'leşir. Kaldı ki, gelenek dendiğinde görsel alanda hadisenin daha farklı ele alınması zorunludur. İki nedenden ötürü.
Birincisi, görsel ideoloji dilden farklıdır. Hele Türkiye'de bu büsbütün böyledir.
Bu bakımdan görselliğin geleneği ve onun çağdaşlaştırılması bu sergideki yapıtların işlediği ve gösterdiği ölçüde bir ilişkililiği kaldırır mı sorusunun cevabı oldukça kaypaktır. Mathieu veya Matisse hatta Picasso da Doğu görsel geleneğinden hareket ediyordu. Fakat bunu çok farklı bir sistematik içinde algılıyordu ve yeniden üretiyordu. Bizde de bu türden irdelemeler mevcuttur. Onların bu sergide bulunmaması bir eksiklik.
İkincisi, görsel ideoloji açısından bizim Doğu'yla ilişkimiz çok daha derindir. Bu bakımdan bu sergide yer alan resimlerin doğrudan Doğulu/geleneksel imgeleri yüzeyde yansıtmaları onları gelenekselle irtibatlandırmaya yetmez. Tersine geleneksel imgeyi hiç kullanmayan bir başka resim çok daha geride, gizli, örtük bazı sorunsalları nedeniyle gelenekselle çok daha yakından ilişkilidir. Şeker Ahmet Paşa çok Batılı bir resim yapıyordu ama
perspektif hatası nedeniyle gelenekselin içinde kalmıştı. Bu çok önemliydi ve çok güzeldi. Ne bileyim,
Malik Aksel de çok Batılı bir resmin peşindeydi ama gene gelenekselle çok daha 'çağdaş' bir biçimde örtüşüyordu. Yok bu sorgulamalar bu sergide.
Tam tersine bugünkü tavırda ısrar etmek bu sergiyi de sergilenenleri de benim 'öz Oryantalizm' dediğim, kendi kendimize Oryantalist bir açıdan bakma noktasına iter. Bu serginin sorunu bu ayar çizginin gözden kaçırılmış olması. Gelenek çağdaş ilişkisi bir zihinsel meseledir.
Bu serginin eksiği, bunu ihmal edip her şeyi görsel imge tekabüliyeti üstünden kurması olmuş. O ise ne gelenekseldir ne de çağdaş. Kaldı ki, çağdaş deyince gelenekseli başka bir yerde yaşıyoruz artık.