Sabah Perspektif yazarlarından Ali Aslan 15 Temmuz ve başkanlık sisteminin önemini yazdı... 15 Temmuz vakası, güvenlik ve sivil bürokrasiye sızmış bir örgütün uluslararası destekle siyaset kurumunun hedef almasıydı. Daha önce 2013'te Gezi'de sokak ve 7 Haziran seçimleriyle 'Türkiyelilik' ile siyaset kurumu üzerinden siyaset kurumunu hedef alan siyaset-dışı aktörler, bu sefer Türk siyasetinin kalbini oluşturan bürokrasi kanalından hareket ettiler. TANZİMAT'TAN BERİ İKTİDARA ULAŞMANIN YOLU Keza bürokrasi, Tanzimat'tan itibaren, özellikle de 1909'da 31 Mart darbesinin ardından Türkiye'de iktidara ulaşmanın ve elde tutmanın en etkin yolu olageldi. Bununtemel sebebi, ülkede siyasi düzenin ve kurumsallaşmanın bürokrasi merkezli olmasıdır. Cumhuriyet'in kuruluşundan 1950'ye kadar siyasi lider Mustafa Kemal ve bürokrasi sınıfı ülkeyi mutlak bir şekilde kontrol ettiler. 1960'DA ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYATA GEÇİNCE... 1950'den itibaren çok-partili demokratik düzene geçilmesiyle toplum siyasi seçkinler, yani siyaset kurumu üzerinden iktidarda söz sahibi olmaya başladı. Ancak 1960 darbesinden sonra tesis edilen vesayetçi düzen siyasi seçkinlerin iktidardan fazla payalmasına müsaade etmedi. Bürokrasi merkezli bir kurumsallaşmanın -bu 1980 darbesinden sonra daha da bürokrasi lehine güçlendiböyle bir sonuç vermesinden daha doğal bir şey olamazdı. SİYASET KURUMU ÜÇE BÖLÜNDÜ Her ne kadar siyasi düzen bürokrasi merkeze alınarak dizayn edilmiş olsa da bunda siyaset kurumunun kendi iç problemlerinin payı da göz ardı edilemezdi. Siyaset kurumu bürokrasinin hegemonyasına uyumlu şekilde parlamenter sistem temelinde düzenlendi. Buna göre siyaset kurumu üç güce bölündü. Bunlardan biri yargıydı ve yargının temel işlevi Kemalist vesayetin bekçiliğini yapmak, rejimin kırmızı çizgilerini zorladıklarındasiyasi seçkinleri hizaya çekmekti. Diğer ayakları, yasama ve yürütme güçleri oluşturdu. Yasama ve yürütme tek bir çatı altında parlamentoda toplanıyordu. SİYASETİ SEÇKİNLER LEHİNE FELÇ ETTİLER Parlamentonun yarısını ya da biraz daha azını bürokratik seçkinlerin temsilcisi konumundaki siyasi partiler -CHP çizgisive merkez sağdaki kariyerist siyasi seçkinler alıyordu. Bu siyasi çizginin -Bülent Ecevit'in CHP Genel Başkanı olduğu dönem bir kenara bırakılacak olursa- ana misyonu siyaset kurumunun bürokratik seçkinler lehine felç edilmesiydi. MİLLİ GÖRÜŞ ÇEVREYİ TUTUYORDU AMA... Siyaset kurumunun bir başka sorunu ise, bürokratik merkeze karşı genellikle çevrenin tepkisel ve sert ideolojik siyasi oluşumların peşine takılmasıydı. Milli Görüş hareketi çevreyi tutsa da, aşırı ideolojik çizgisi nedeniyle hem toplumsal çevrenin partisini bürokratik vesayet karşısında harcanması kolay bir aktöre dönüştürüyor hem de yeterince kitleselleşemeyerek ciddi bir tehdit oluşturamıyordu. KISA ÖMÜRLÜ VE GEÇİCİ OLDULAR Diğer yandan toplumsal çevrenin temsilcisi konumunda olan ve pragmatist bir siyasi çizgi tutturarak kitleselleşen partiler de lider merkezli yapıları nedeniyle kısa ömürlü ve geçici olma özelliği taşımaktaydı. Liderin siyasi ya da biyolojik ömrünün sona ermesiyle sınırlı olan bu meydan okuyuş, siyasi düzenin yapısal dönüşümü için gerekli ivmeyi yakalayamıyordu. Adnan Menderes'in Demokrat Parti'si ve Turgut Özal'ın Anavatan Parti'si buna örnek teşkil etmektedir. EN BÜYÜK PAY MHP'DE Başka bir sorun ise toplumsal çevrenin iradesinin temsilinde yaşanan siyasi parçalanmaydı. Bunda en büyük pay MHP'ye düşmektedir. MHP toplumsal çevreyi temsil eden ama aynı zamanda alt ve orta bürokratik kademelerdeki mensupları sebebiyle bürokratik seçkinlerle simbiyotik ilişkisi olan bir parti olageldi. MHP'nin parlamentodaki varlığı bir yandan bürokratik seçkinlerin çevreye aşırı güç kullanmasını sınırlarken, diğer yandan da çevrenin bürokratik merkeze olan tepkisini yumuşatarak siyasi statükonun yeniden üretilmesi işlevi gördü. AK PARTİ'Lİ YILLAR 2002'de başlayan AK Parti'li yıllar bürokratik seçkinlere karşı çevrenin ve siyaset kurumunun en büyük mevzii kazandığı dönem oldu. AK Parti, zaten harekete geçmiş yeni orta sınıfların önünü daha da açarak bürokratik vesayetin payandası konumundaki eski orta sınıflar karşısında önemli ölçüde sosyolojik eşitlenme gerçekleştirmelerini sağladı. Bu, bürokratik vesayetin sosyolojik ayağının zayıflatılması adına çok önemli ve uzun süreçte ülke demokrasisine çok ciddi katkıları olacak bir adımdı. İkinci olarak ise, bürokratik seçkinlere karşı siyaset kurumunun güçlendirilmesini ve demokratik siyasetin alanının genişletilmesini sağladı. 2007'de yapılan anayasa değişikliğiyle yürütmenin hükümetle beraber diğer önemli aktörü olan cumhurbaşkanlığı makamı bürokrasinin kontrolünden çıkarak siyaset kurumuna geçti. Bu tarihi adımı askeri ve yargı bürokrasisi üzerinde sivil siyasetin kontrolünü artıran bazı 'reform' adımları takip etti. VESAYETÇİ KEMALİSTLERDEN VESAYETÇİ GÜLENİSTLERE Ancak ne yazık ki 15 Temmuz, atılan reform adımlarının bürokratik vesayetin geriletilmesiadına önemli bir değişiklik yaratmadığı, bürokrasinin bir vesayetçi aktörden -Kemalistler- diğer bir vesayetçi aktöre -Gülenistler- geçtiğini gösterdi. Yaşananın bir reform süreci olmaktan çok uzak olduğu açıklık kazandı. Bunun üzerine 15 Temmuz'un hemen sonrasında üç aylık OHAL kararı alındı ve ikinci defa uzatıldı. OHAL'in hedefinde temel olarak uzunca bir süredir devlet içerisinde yapılanan FETÖ mensuplarının sökülüpatılması bulunmaktadır. Bazı yapısal değişiklikler pratiğe geçirilse de bunların ne denli kalıcı ve bütünlüklü olduğu netlik kazanmış değildir. SİYASİ DÜZEN KRİZ İÇİNDE Gerçekten de sadece örgüt üyelerinin tasfiyesi ile sınırlı kalacak olursa, mevcut OHAL ülke siyaseti açısından sadece geçici bir çözüm sunmuş olacaktır. Kalıcı ve esaslı bir çözüm için gerekli olan siyasi düzenin bürokrasi üzerinden siyasete müdahalelerini sonlandıracak yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi, yeni bir kurumsallaşmanın tesis edilmesidir. OHAL kapsamında siyasetin aldığı yeni hal, yani ülkenin KHK'ler ile yönetilmesi, siyaset kurumu da dahil olmak üzere tüm siyasi düzenin ciddi bir kriz içerisinde olduğunu gözler önüne sermektedir. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin başkanlık sistemiyle ile ilgili bu haftaki açıklamaları haklı olarak bu duruma işaret etmektedir. Ülke yönetimindeki mevcut fiili durum ile hukuki durum arasındaki ayrışmanın uzun süre devam ettirilmesi, özellikle de OHAL'in sona ermesinden sonra, pek mümkün değildir. Dolayısıyla, yeni bir anayasa ile birlikte ülkenin acilen kapsamlı bir reform sürecine sokulması ve yeni birkurumsallaşmanın tesis edilmesi gerekmektedir. SİYASET KURUMUNU MERKEZE ALMAK Bu kurumsallaşmanın başkanlık sistemi odaklı olması en makul yol olarak gözükmektedir. Öncelikle, ülkenin yönetim sistemi 2014 cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte parlamenter sistemden uzaklaşarak başkanlık sistemine yaklaşmıştır. Bu adımdan geri dönüş siyaseten pratik ve toplum nezdinde meşru olmayacağından, bu dönüşümün başkanlık sistemine doğru daha ileri taşınması yerinde olacaktır. İkinci olarak, 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi bürokratik vesayetin ölmediğini sadece form değiştirdiğini gösterdi. Siyasi sistemin bürokrasi merkezli dizaynının ne denlitehlikeli olduğunu ortaya koydu. Başkanlık sistemi, siyaset kurumunu siyasi kurumsallaşmanın merkezine koyan bir düzen öngörmektedir. Bürokrasi ile siyaset kurumu arasındaki dengeyi siyaset kurumu lehine çekerek olası darbe girişimlerinin önüne geçme imkanı sağlamaktadır. ERDOĞAN'I ETKİSİZ HALE GETİRMEK Son olarak, 15 Temmuz'da darbecilerin öncelikli hedefi siyasi lideri, yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı etkisiz hale getirmekti. Türkiye'nin siyasi sistemi maalesef zorunlu olarak lider eksenli bir siyaset üretmektedir. Yukarıda da değinildiği gibi bürokratik seçkinlere karşı toplumsal çevre ancak bir lider etrafında organize olarak varlıkgösterebilmektedir. Başkanlık sistemi bu alanda önemli ve müspet bir yapısal kırılma gerçekleştirebilir. Başkanlık sistemi, muhaliflerin temelsiz iddialarının aksine, Türkiye siyasetini lider eksenli olmaktan çıkararak kurum eksenli bir yapıya dönüştürme imkanı sunmaktadır. Siyaset kurumunu merkeze alarak bürokrasiyi siyasi seçkinler karşısında zayıflatan ve parlamentoyu güçlendiren bir yapı arz etmesi sebebiyle, liderin rolü eskisine nazaran daha az kritik hale gelecektir. Kurum eksenli bir yapıda darbe girişimlerine daha az rastlanacak ve darbe girişimleri ülke siyaseti için daha az riskli hale gelecektir. Ve böylece, muhaliflerin de dilinden düşürmediği 'ileri' demokratik bir siyasi düzeni mümkün kılacaktır. Sabah Perspektif yazarı Nebi Miş'in Başkanlık sistemi ve 15 Temmuz ile ilintili yazısı; 15 Temmuz darbe girişimi sonrası devletin yeniden yapılandırılmasının bir zorunluluk olduğu açıkça bir kez daha ortaya çıktı. Bu açıdan son senelerde Türkiye gündeminde yoğun bir şekilde tartışılan siyasal sistem değişikliği meselesinin tekrar masaya gelmesi kaçınılmazdı. Ancak 'Yenikapı ruhu' olarak adlandırılan siyasal mutabakata zarar verme endişesi bu meselenin tartışılmasını erteledi. Aslında CHP'nin büyük bir kısmı ve HDP, AK Parti ya da Erdoğan'ın bu meseleyi gündeme getirmesini iştiyakla beklediler. Çünkü daha en başından rahatsız oldukları Yenikapı ruhunu bu tartışma üzerinden aşmayı umuyorlardı. VATANDAŞ 'EVET' DERSE DİYECEK BİR ŞEY YOK Olağanüstü hal uygulamaları üzerinden bu mutabakatı yok etmek için uğraşsalar da, kendi tabanları dahil, toplumun büyük bir kesiminin OHAL'e destek vermesinden dolayı istedikleri çatışmalı siyasal ortam oluşmadı. Ancak AK Parti ve Erdoğan'dan önce, kritik dönemlerde devletin hayrına olabilecek konularda birçok kez öne çıkan MHP lideri Devlet Bahçeli, siyasal sistemin geleceği ile ilgili net bir çerçeve ortaya koyarak tartışmaları yeniden başlattı. Buna göre, AK Parti başkanlık sistemi önerisini daha da geciktirmeden Meclise getirmeliydi. Ve ardından referandum süreci de dahil olmak üzere bu meselenin çözüme kavuşturulması geciktirilmemeliydi. Bahçeli ayrıca, referandumda halkın bu sisteme 'evet' demesi durumunda zaten söyleyecekleri bir hususun olmadığını da ayrıca vurguladı. Bu anlamda Bahçeli'nin bu açıklamalarından anlaşılan, AK Parti'nin başkanlık sistemi önerisini Mecliste tartışmaya hazır oldukları ve gerekirse referanduma gitmesi için destek verebilecekleridir. FİİLİ DURUM HUKUKİ DURUMA DÖNÜŞMELİ Bahçeli'nin bu açıklamalarının ardından, Başbakan Binali Yıldırım da 'Türkiye'de fiili durumu hukuki durum haline dönüştürmek mecburiyeti' olduğundan hareketle başkanlık sistemini içeren Anayasa önerisini gecikmeden Meclise sunacaklarını açıkladı. Bu açıdan önümüzdeki günlerde başkanlık sistemi meselesi tekrar çeşitli açılardan ve daha somut başlıklar üzerinden tartışılmaya devam edilecektir. 15 TEMMUZ'UN SÖYLEDİĞİ 15 Temmuz öncesi bu sistemin gerekliliğine yönelik olarak dikkat çeken iki hususunönemi daha net ortaya çıktı. Bunlardan ilki, güçlü bir siyasi liderlikle desteklenen sistemin uzun dönemli istikrarlı bir yapıyı üretme zorunluluğudur. Bu da iç ve dış politika bağlamında iki açıdan hayatidir. Ortadoğu coğrafyasında, büyük güçlerin 'kontrol edilebilir istikrarsız devletler' oluşturma politikası aynı zamanda güçsüz bir siyasi liderlikle parçalı bir siyasi alanın oluşturulmasına dayanmaktadır. Gelinen süreçte, 15 Temmuz'da daha net görüldüğü üzere, birçok dış destekli iç çatışma denemesine rağmen bölgenin tek istikrarlı ülkesi Türkiye'dir. Bunu sağlayan en önemli unsur da güçlü lider etkisinin sağladığı uzun dönemli siyasal istikrardır. GÜÇLÜ SİYASİ YAPI Ancak malum olduğu üzere, mevcut sistem kurumsal güçlü bir siyasal yapıdan ziyade lider merkezli bir yapıdır. Bu istikrarlı siyasal yapıyı sürekli hale getirmenin yolu dasadece aktör merkezli değil, sistem merkezli kurumsal bir devlet yapısını inşa etmekten geçmektedir. Değilse güçlü lider sonrası, bugünkü gibi sorunlu bir parlamenter yapı, içerde var olan dini ve etnik temelli kimlik grupları arasındaki çatışmaların yaşanmasını kolaylaştıracak ve devleti her anlamda müdahaleye açık hale getirecektir. İçerdeki bu kırılganlık ise, söz konusu ülkenin dış politikada da daha edilgen olmasını ortaya çıkaracak ve otonom siyaset geliştirebilme kabiliyetini tamamen engelleyecektir. İkinci önemli husus, devletin yeniden yapılandırılması zorunluluğunun aciliyetidir. Buna yönelik olarak TSK, MİT, emniyet gibi güvenlik bürokrasisinde çalışmalar darbe sonrası hızlanmıştır. DEVLETİN DİĞER KURUMLARINDA DA YAPILMASI GEREKLİ Bunun devletin diğer kurumlarında da yapılması gerektiği aşikardır. Ancak siyasal sistemin parlamenter mi yoksa başkanlık mı olacağına yönelik belirsizlik mevcut bu yeniden yapılanmanın bazı unsurlarının muğlak kalması sonucunu doğurmaktadır. Bu muğlaklık, bürokrasinin iş görme yöntemlerini kendi sınıfsal çıkarlarına göre dizaynına imkan vermekte ve iktidar mücadelesinde kendine alan açma fırsatını sunmaktadır. Ayrıca geçmişte de net olarak görüldüğü üzere, devlet bürokrasisindeki FETÖ başta olmak üzere benzer otonom yapılanmalar örgütlü olmanın verdiği imkanla devlet kurumlarını kendi çıkarlarına göre şekillendirebilmektedirler. Bu durumda bu yapılarla mücadele çok zor hale gelmekte ve siyasal karar alıcıların manipüle edilebilmesi kolaylaşmaktadır. YÖNETİM SİSTEMİ NETLEŞMELİ Diğer taraftan devletin yeniden yapılanmasının mevcut halde çoğu unsurunun da parlamenter sisteme göre dizaynı, başkanlık sistemine geçilmesi halinde bu düzenlemelerin birçoğunun yeniden ele alınmasını zorunlu kılacaktır. Bu geçiş süreçleri ve yeni sistemlerin öğrenilme zamanları devlette yavaşlığa, işlerin ertelenmesine, uygulayıcıların motivasyonsuzluğuna ve kurumsallaşmanın gecikmesine yol açma tehlikesi vardır. Bu açılardan da yönetim sisteminin bir an önce netleştirilmesi gerekmektedir. 82 ANAYASASININ DEĞİŞTİRİLME İMKANI Tüm bunların ötesinde 15 Temmuz darbe girişimi, bir darbe anayasası olan 1982 Anayasası'nın değiştirilmesinin gerekliliğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. 15 Temmuz sonrası siyasal ve toplumsal katmanlardaki uzlaşma imkanı bu anlamda bir fırsat doğurmuştur. Ayrıca siyasi partiler arasındaki diyalog kanallarının açılması siyasal sistemin çerçevesi ve başta anayasa değişikliği olmak üzere sorunların daha sahici olarak tartışılmasına imkan vermektedir. İKİ KONUYA ODAKLANMAK GEREKİYOR Bugüne kadar başkanlık sistemine dair yeterince tartışma yapıldı. Bundan sonraki süreçte iki konuya odaklanmak gerekiyor. Bunlardan ilki, sistem dizaynında tercih edilen başkanlık modelinin bizatihi içeriğinin her açıdan somut olarak tartışılması. İkincisi ise, bir siyasal sistemden başka bir siyasal sisteme geçişte yaşanabilecek riskler ve zorluklar. Bu bakımdan, bürokrasinin yeni sisteme geçişte göstereceği direnç, adaptasyonunda karşılaşacağı öğrenme güçlükleri öncelikle tartışılmalıdır. Ancak bu tartışmalar zaman kaybına mahal vermeden sahici bir yöntemle ele alınmalıdır. Siyasal sistem değişikliğiher halükarda referandumla kabul edileceğine göre, tezlerini halka iyi anlatan taraf sürecin kazananı olacaktır.