Hem beyzbol hem de futbol sahası olarak kullanılabilen Japonya'nın Sapporo Stadı, 7 Haziran 2002'de tarihi bir maça ev sahipliği yapıyordu. Bundan 4 yıl önce, bir başka Dünya Kupasında karşı karşıya gelen Arjantin ve İngiltere, rövanş için sahadaydı. 2002 Dünya Kupası F Grubu ikinci maçında bir taraftar Diego Simone, diğer tarafta ise David Beckham vardı. Simeone ve Beckham, 4 yıl önceki o maçta da karşı karşıya gelmişlerdi. Simeone'nin yere indirdiği Beckham sinirlerine hakim olamayınca Arjantinliye hafif bir tekme atmış, sonucunda da kırmızı kartla atılmıştı. O maçı en iyi penaltıcısı olmadan penaltılara kalarak kaybeden İngilizler için rövanş tadına varacak bir şekilde oldu; Beckham'ın penaltıdan attığı tek golle 1-0 kazanarak! Bu sefer sahadan boynu bükük ayrılan Beckham değil, Simeone oldu. Üstüne de bir sonraki maçta İsveç'le 1-1 berabere kalarak turnuvadan elenince Bielsa'nin Arjantin'i ülkeye Madonna'nın bile şarkı yazamayacağı kadar ağır bir hüzün çökmesine neden oldu. İngiltere maçı Simeone'nin son Dünya Kupası maçıydı. Bielsa onun için bu maçla birlikte unutulmaz hocalar arasına girdi. Onu sadece futbolcu olarak değil, 4 yıl sonra başlayacağı teknik direktörlük kariyeri boyunca da her zaman örnek alacağı bir isimdi. 2012 yılında ise boynuzun kulağı geçtiği resmen kanıtlandı. Futbolculuk kariyeri boyunca beraber çalıştığı Pasarella'dan liderlik, Basile'den motivasyon, Bilardo'dan oyun okuma özelliklerini kapan Simeone, Bielsa'dan da idman methodlarını öğrenmişti. O öğrendiklerinin üzerine kendisi de bir şeyler katarak geldiği nokta; 2011/12 UEFA Avrupa Ligi finaliydi. Atletico Madrid'in çiçeği burnunda ve 'tartışılan' teknik direktörü Diego Simeone, Athletic Bilbao'ya karşı kupaya uzanmanın hesaplarını yapıyordu. Hesaplar çok derindi. Çünkü karşısında 2002 yılında Dünya Kupasına beraber veda ettikleri Bielsa vardı. Ama Madrid'in Neptün meydanındaki hesap Bükreş'teki Arena Stadına uymuştu. Atletico Madrid, Radamel Falcao'nun 2 ve bugünlerde Fenerbahçe kadrosunda bulunan Diego Ribas'ın 1 golüyle Bielsa'nın Bilbao'sunu yenip şampiyon oldu. 2006 yılında futbolu bırakıp, futbolu bıraktığı kulüp olan Racing'te başladığı teknik direktörlük kariyerinde, 6 yıl sonra geldiği nokta UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğuydu. Diego Simeone, siyah takım elbisesinin içinde, jöleli saçları, basık burnu, keskin bakışları ve kontrol edilemez enerjisi ile o gün, Avrupa futbolunda yükselmeye başladı işte... Biraz geriye gittiğimizde ise Simeone'nin yükselişinin ülkesinden başladığını görmek zor değil. O finalde 2 gol atan Falcao'nun da olduğu Ortega ve Alexis Sanchez'li River Plate'i 2008 yılında Clasura şampiyonu yapmıştı. O River Plate aslında Simeone'nin Atletico Madrid için stajıydı. Çünkü o takımla beraber güçlü bir savunma ardından patlamalı bir hücum ve hızlı bitiricilik taktiğini deniyordu. River kariyerinin ilk bölümünde şampiyonluk getiren bu deneme, ikinci yarıda çöktü. Takım ligin son sırasına kadar gerileyince 'severek ayrılalım' dendi Simeone'ye. Atletico Madrid'in başına geçene kadar çalıştığı hemen her takım aslında Atletico Madrid günlerine bir hazırlıktı onun için. Bir gün buradan teklif alacağını biliyordu. 1994-1997 ve 2003-2005 yılları arasında formasını giymişti bu takımın. Kulübün efsanelerinden ve daha da önemlisi kaptanlarındandı. 'Vefa' Arjantin'de bir semt adı değildi ki Simeone için semtler çok önemliydi. 'El Cholo' lakabı 'semt çocuğu' oluşundan geliyordu mesela. Arjantin'de genelde çetelerin liderlerine verilen bir isim olan El Cholo, İtalyan kökenli olması ve kavgacı kişiliğinden dolayı ona da uygun görülmüştü. Lakabının hakkını da veriyordu. Belki de bu yüzden Atletico öncesi ilk Avrupa denemesini yapmak üzere mafya diyarı Sicilya'ya gitmekten, Serie A'da küme düşmeme mücadelesi veren Catania'nın teklifini kabul etmekten hiç korkmadı. 'Önce atak oynamaya çalıştık. Sonra en iyi kazanma yolunun iyi bir defans dengesinden geçtiğiniz anladık' diyordu Catania günlerine dair. Bugünü düşününce temelleri o zamandan attığı belli oluyor. Kollektif çabanın bireysellikten başladığına inanan bir felsefesi var Simeone'nin. Böyle olmasaydı. Racing'in ardından çalıştırdığı ve Apertura şampiyonluğu yaşadığı Estudiantes'te Veron'ın yanına Rodrigo Brana gibi bir orta saha koymazdı. Veron'ın teknik ve zekasını, Brana'nın atletik özellikleri ile harmanlamayı planlıyordu. Her oyuncunun kendi yeteneklerini çok iyi bilmesini istiyordu Simeone ve kendi gelişiminin yanına onların da gelişimini koyuyordu. 'Buraya 10 yıl kalmaya gelmedim. Gelişmeye geldim' dediğinde, Catania günlüklerinin son sayfasını yazdığını anlamıştık. Orada bir şampiyonluk yaşamadı ya da Racing'de olduğu gibi 14 yıllık derbi hasretini sonlandıramadı belki ama kendisindeki potansiyelin farkına vardı. Bir gün, başaracaktı. Yıl 2014'ken başardı. İspanya'da Barcelona ve Real Madrid'in belki de tarihleri boyunca en pahalı kadrolarını kurdukları bir dönemde şampiyon olmayı başardılar. Hem de bunu iki takımın 3'te 1'i bütçe ile yaptılar. Oğul Gil, onu futbolcuyken de teknik direktörken de 'Sana ihtiyacımı var' diye aramıştı ve iki sefer de Simeone düşünmeden kabul etmişti. Gil'in güveni boşa çıkmadı. 'Ugly Winning'in neden güzel olduğunu herkese beraber ispat ettiler. Simone sayesinde, modern Atletico'nun temellerini atan ve tabutuna Atleti bayrağı sarılı bir şekilde mezara giden baba Gil de huzura erdi. Şampiyonluk sonrası tamamen büyüyen, kendi felfesini ve oyun tarzını herkese kabul ettiren bir Atletico Madrid var artık. Takıma gelir gelmez ilk işi yemek masalarını futbolcuların birbirlerine yüz yüze bakmalarını sağlayacak şekilde düzenleten Simeone'yi bu başarıya ulaştıran geçmişe olan saygısı ve öğrendiklerini asla unutmaması. Lucescu ile çalıştığı Pisa günlerinden tutun, Bielsa ile 2002 Dünya Kupası ya da genç Torres'le Atletico Madrid'deki takım arkadaşlığına kadar. Emin olun, genç Sergio Agüero'nun henüz 18 yaşındayken Avellaneda derbisinde, Independiente forması ile çalıştırdığı Racing'e attığı 2 golü de unutmamıştır. 1998 Dünya Kupasındaki o olaylı İngiltere maçında Zanetti ile attıkları organize serbest vuruş golünün aynısını, 2013 yılında Almeria maçında uygulattığında fark etmiş olmalıydınız bu durumu. 'Akıllı taraftar, takımının iyi oynamasına takıntı yapmaktansa maç kazanmasını tercih edendir' diye özetliyor durumu Simeone. Futbolun izleyenleri tatmin etmek için değil, kazanmak için oynandığını anlayanlar için Simeone artık yeni kral. Benim içinse 2000 yılında Brezilyalı Ronaldo'nun Lazio maçında yaşadığı trajik sakatlık anından orta sahadan koşup, gözyaşları içinde yerde yatan rakip takımdaki meslektaşına yardıma geldiği ve sedye ile dışarı çıkarken ona sarıldığı andan itibaren zaten öyleydi. Serkan Akkoyun