Türkiye'nin uluslararası alanda ün yapmış tasarımcılarından Hüseyin Çağlayan, geçtiğimiz günlerde Türkiye Tasarım Haftası'nda dinleyicilerle buluştu. Etkinlikte; moda endüstrisinin dinamiklerini, dijital geleceği ve sanat dünyası ile bağını anlatan ünlü tasarımcı, GÜNAYDIN'ın sorularını yanıtladı...
Yaratıcı ve zamansız koleksiyonlarla tanınmış bir tasarımcı olarak sektöre ticari bakış açınız nasıl?
Eğer moda tasarımcısıysanız ticari olmamanız imkansız. Sonuçta ürün satıyoruz. Değişik fikirler ve deneysel bakışla yola çıksak da, giyilebilir işler oluşmuyorsa ayakta duramayız. Bu kendi başına bir gerçek. Nasıl oksijen olmayan bir ortamda nefes alınamazsa, bu da böyle bir durum.
Kendinizi nasıl tanımlarsınız? Sanatçı mı, tasarımcı mı?
Sanat ve tasarım iç içedir. Beni de heyecanlandıran bu olmuştur. Bazen müze koleksiyonuna bir işim eklenebilir, bazen de mağazalarda satılması için ürün geliştirebilirim. Sanat, benim ilham kaynağım.
Modadaki hızlı tüketimin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, ekonominin hızlanmasıyla alakalı. Aslında bu kadar ürüne ve tasarımcıya ihtiyaç yok. Benim için en önemli şey müşterilerimle olan ilişkim. Müşteriyi anlamak ve kendi vizyonunuzu kaybetmeden ihtiyaçlarına cevap verebilmek çok önemli. Daha ucuz, daha kolay değiştirilebilen parçaların olduğu markaları tüketen bir kesim var, bir de daha uzun süre kullanabileceği, özel ve daha pahalı parçalar tercih eden bir kesim. İki kesimdeki hız çok farklı. Fakat insanlar modayı hızlı ve ucuza elde etme konusunda bilinçlenmeye başlıyor. Sonuçta dayanıklılığı ve kaliteyi satın almak da onlar için önemli.
İYİ OLMAK YETMEZ
Genç tasarımcılar için neler önerirsiniz?
Bu işin okulunda eğitim almak elbette önemli. Ama esas olan; deneyim kazanarak öğrenmek, gelişmektir. Bu da şu şekilde mümkün; ya kendiniz bir markanın içinde gelişirsiniz ve artık o markanın bir parçası olursunuz ya da kendi markanızı yaratırsınız. Burada insan ilişkileri devreye giriyor. İçinde olduğunuz markanın müşteri kitlesine hitap edebiliyor musunuz? Ayrıca iyi bir tasarımcı olmanız yetmez, sosyal olmak ve etkili temas kurmak da çok önemlidir.
Modanın magazinleştiği bir dönemdeyiz. Örneğin Paris Moda Haftası'na katılan bir ünlü her şeyin önüne geçebiliyor. Bu konuda bakış açınız nedir?
Modanın magazinleşmesi çok doğal ve kabullenilmesi gereken bir durum. Fakat bunu eğlence olarak görüp çok ciddiye almamak gerekir. Benim de giydirdiğim ünlüler var. Bu kişi Kim Kardashian da olabilirdi fakat benim işimin özü bu değil. Magazin ve moda eşit şekilde ilerlemeli, biri diğerinin önüne geçmemeli. Magazinle de yeni kitlelere ulaşılıyor. Magazin kültürünün baskın olmasını doğru bulmuyorum. Uzman olmadan, bu güce sığınarak iş yapanlar olabiliyor. Bu herkesin yapabileceği bir iş değildir. Mesela Kim Kardashian makyaj ürünleri satabilir; bu konuda uzmanlık gerekmez ve hatta markalaşabilir. Fakat kıyafet tasarlar ise bunun eğitimine, yeteneğine ve kültürüne sahip olmalıdır. Biz yeteneğimizle markamızı oluşturduk ve ilerlettik. Onlar ise isimleriyle marka oluyorlar. Temsil ettiğimiz şeyler çok zıt oluyor bu durumda.
Blogger'ların modaya verdiği hizmetlerle ilgili olumlu konuşmuştunuz. Bu konudaki fikriniz hâlâ aynı mı?
Bir blogger'la, yılların moda yorumcusunu elbette bir tutamayız. Fakat moda yorumcusu, bir blogger'ın görüşüyle ufkunu genişletebilir, kendini yenileyebilir. Bu konu da magazin-moda ilişkisine benziyor. Sadece blogger'lar olmamalı, bu işin uzmanları da olmalı. Yeni isimlerden de ilham alınmalıdır.
Hüseyin Çağlayan'ın İstanbul ilhamları nelerdir?
Her zaman Boğaz ve Karaköy...
Tüm hayalleri gerçekleştirmiş biri olarak görünüyorsunuz. Var mı yeni hayaller?
Elbette var. Perakende satışın olduğu mağazalarım var. Fakat hedefim daha fazla şehirde mağaza açmak, ürün kategorilerini artırmak, daha çok insana ulaşmak... Yani kısacası kaliteyi kaybetmeden daha da büyümek. Bunu kim hayal etmez ki.
TASARIMCILAR İÇİN BEŞ YILDAN SONRA İŞLER ZORLAŞIR
İstanbul Moda Haftası hakkında düşüncenizi merak ediyoruz.
Ben bir tasarımcı olarak İstanbul Moda Haftası'nın gelişen ve heyecan veren bir platform olduğunu düşünüyorum. Yeni tasarımcıların ismini duyurmaya ve kitlelere ulaşmaya ihtiyacı var. Moda haftaları bu anlamda onlara güzel bir altyapı sağlıyor. İstanbul Moda Haftası kesinlikle olması gereken bir etkinlik. Bir gün ben de katılabilirim.
Türkiye'deki gelişiminiz nasıl gerçekleşti?
Bu işi 1994'te yapmaya başlamıştım ve tasarımcılar için beş yıldan sonra işler çok zorlaşır. Çünkü mesele olan defile yapmak değil, üretime geçmektir. O dönem Esra Ekmekçi ve Seda Lafçı ile tanıştık. Yaşadığımız süreci çok iyi anladıkları için bize yardımcı oldular. Yaptıkları bağlantılarla 1999 yılında İTKİ B ile çalışmaya başladık. Londra ve Paris defilelerimizi desteklediler. Çok büyük ve önemli defileri İTKİ B ile gerçekleştirebildik. Böyle destekler çoğu ülkede yok, hatta İngiltere'de bile... Bu yardımlarla Türkiye'de firma kurabildik, üretim yapabildik, yeni ilişkilerimiz kuruldu ve gelişti.