Tarih 16 Mayıs 1926... İtalya'nın San Remo şehrindeki Villa Manolya'nın sakinleri sıradan bir güne uyanıyor. Sakinler sürgündeki Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahı Sultan 6. Mehmed Vahdeddin ve hanedan üyeleri. Sabah alınan bir haber köşkü neşeye boğuyor. Zira Vahdeddin'in kızı Sabiha Sultan'ın üçüncü çocuğu Necla'nın doğum haberi geliyor. Bu haber uzun zamandır kasvetle kavrulan villanın hüzünlü sakinlerinin geçici de olsa yüzünü güldürüyor ve etrafa hakim olan tasa yerini ferahlığa bırakıyor. Ama akşamın karanlığı tüm kasvetiyle köşkün üzerine çöküyor. Çünkü Vahdeddin çileli bir yaşamın ardından vatanından uzakta hayata gözlerini yumuyor. Ama çilesi bitmiyor, sürgünde borç harç içinde sürdürdüğü yaşam mücadelesi yakasını bırakmıyor. Ölüm haberini alan alacaklılar villaya üşüşüyor. Haciz geliyor ve köşk cenazeyle birlikte mühürleniyor. Bir ay sonra 15 Haziran'da bakkala, manava ve diğer esnafa borçlar ödendikten sonra cenazenin Şam'a gitmesine izin veriliyor. Meşakkatli bir yolculuğun ardından da 3 Temmuz 1926'da Vahdeddin, Sultan Selim Camii'nin bahçesine gömülüyor. Vahdeddin'in ölüm haberini Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Suat Bey, Ankara'ya iletiyor. Haber anında o sırada Adana'da bulunan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'e ulaştırılıyor. Hamdullah Suphi Tanrıöver'den aktarılan bir anekdota göre Mustafa Kemal "Çok namuslu bir adam öldü. İsteseydi Topkapı Sarayı'nın bütün hazinesini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki..." diyor. İlhan Bardakçı'ya göreyse ağzından bir cümle çıkıyor: "... Vah vah! Allah rahmet eylesin, bir tarih kapandı. Kim isterdi ki böyle olmasını..." Yakın tarihimizin en tartışmalı isimlerinden, 'son imparator' Vahdeddin hep 'hain' sıfatı ile yan yan anılageldi. Vahdeddin'e hain denmesinin kaynağı ise Mustafa Kemal'in Milli Mücadele'yi anlattığı ve kendi yazdığı Nutuk. Resmi tarih de ağırlıklı olarak bu bakış açısıyla şekillendi. Fakat daha sonra hain olmadığı ve kahraman olduğu tezi ortaya atıldı. Gerçek hangisiydi? Bu iki tez kaynaklı tartışmalar yıllarca süregeldi. Resmi tarih Mustafa Kemal'i yüceltip Vahdeddin'i hain ilan ederken, Vahdeddin'i kahraman olarak gören tez ise Gazi'nin başarılarını küçümser bir haldeydi. Yani siyah ve beyaz bir tablo çıkıyordu karşımıza. 'Vahdeddin hain mi?' sorusunun cevabı evet ya da hayır diyerek yine basite indirgenerek cevaplandırıldı yıllarca. Üstelik bu soruya verilen cevaplar sorunun sorulduğu dönemin atmosferine göre de değişiyordu. Namlı tarihçiler, kimi ciddi araştırmacılar duruma belki daha nesnel bakmaya çalışsa da onların da seslerini duymuyorduk. Böylece 'Vahdeddin hain mi değil mi?' tartışması bir kısır döngüye dönüştü. Son yıllarda daha soğukkanlı bir bakışla değerlendiriliyor bu mesele. Çıkan kitaplar da o hain ve kahraman arasına sıkışan gerçeği bulmaya çalışıyor. Tarih araştırmacısı Ahmet Anapalı'nın Profil Yayıncılık'tan yeni çıkan Sultan Vahideddin Han kitabı da bu eserlerden biri. Anapalı kitabında Vahdeddin'e ne hain ne de kahraman diyor. Ama daha önce kimi tarihçiler tarafından ileri sürülen Vahdeddin'in Milli Mücadele'yi örtülü olarak desteklediği tezini, geniş bir arşiv taraması ve hatıratlardan yararlanarak anlatmaya çalışıyor ve bu tezi şöyle anlatıyor: "Vahdeddin ve Mustafa Kemal arasında memleketin kurtulması için bir işbirliği yapıldı. İşgalci kuvvetlere karşı iyi polis, kötü polis oynandı. Vahdeddin, Mustafa Kemal'i Samsun'a gönderirken cumhuriyetçi olduğunu biliyordu. Ama sonra yolları ayrıldı. Hain yoktur bu işbirliğinde... Zaten akademik dünya bunu biliyor ve söylüyor."
TARİHÇİLER HEM FİKİR: ÇOK NAMUSLU BİRİYDİ
Bu kadar tartışmalı bir kişilikle ilgili Vahdeddin ile ilgili olarak tarihçilerin hemfikir olduğu bir konu var. O da namuslu oluşu. Yıldız Sarayı'nı terk ederken hazineden hiçbir şey almıyor. Kayıtlarıyla bırakıp makbuzları alıyor. Ki Osmanlı geleneğine göre hepsi hakkı. Hatta maaşının bir kısmını da iade ediyor. Sürgün yıllarında çok sıkıntı çekse de bu davranışından pişman olduğuna dair bir emare yok. Vahdeddin'inle ilgili olumsuz iddiada bulunan yazılarda bile bu özelliğinin altı çiziliyor hakkı teslim ediliyor.
'PAŞA DEVLETİ KURTARABİLİRSİN'
Talihsiz biri mi Vahdeddin? Kişisel hayatı, yaşadıkları, sürgün günleri ciddi bir şekilde incelediğinde kim hayır diyebilir ki bu soruya. Çok küçük yaşta anne ve babasını kaybeden, şehzade olsa da bir gün tahta çıkacağını hiç düşünmeyen ve taht hırsı olmadan Çengelköy'deki köşkünde kendi halinde, münzevi bir hayat süren biriyken Sultan Reşad'ın vefatı üzerine İstanbul'un bombalandığı bir gün tahta çıkar. İttihat ve Terakki paşalarının hırsıyla büyük ve yıkıcı bir savaşa girmiş ve mağlup olmak üzere olan bir imparatorluğun lideridir artık. Tahta çıktığı gün Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'ye "Ben kendimi bu vazife için hazırlamadım. Şaşkın bir haldeyim, bana dua ediniz... Ben, saltanatın kuş tüyü minderleri üzerine oturmadım, Milletin ateşli külü üzerine oturdum. Allah yardımcım olsun" diyecektir. Çok geçmeden İstanbul işgal edilir ve o da topları Yıldız Sarayı'na dönük olarak duran işgal gemilerini görerek imparatorluğu yönetmeye çalışacaktır. Veliahtken Mustafa Kemal'i yaver tayin edip birlikte Almanya'ya gittikleri, padişahlığı döneminde yine Mustafa Kemal ile birçok defa görüştükleri herkesin kabul ettiği tarihi gerçekler. Hatta Mustafa Kemal'in cumhuriyetçi olduğunu bile bile geniş yetkilerle donatıp onu görevli olarak Samsun'a gönderdiği de... Yıldız Sarayı'nda diz dize son kanlı canlı görüşmelerinde Mustafa Kemal Vahdeddin'in kendisine söylediklerini, Falih Rıfkı Atay'a şu sözlerle anlatacaktır: "Paşa Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin!" Malum bilinen gerçeklerdir, Paşa Samsun'a gider sonra o görev ve yetkilerinden istifa edip Anadolu'daki kurtuluş mücadelesini örgütler ve ülkeyi birçok vatansever insanla birlikte kurtarır. Bu süreçte Mustafa Kemal ve Vahdeddin arasındaki ilişki eldeki bilgi ve belgelere göre farklı okumaya açıktır. Vahdeddin'in Milli Mücadele'nin karşısındaymış gibi yapıp desteklediği de tezlenir, direkt karşısında olduğu da... Lakin işbirliği yapsalar da yolları bir gün ayrılır. Cumhuriyet'i kuran kadrolar saltanatı kaldırınca, onu ülkeden gitmeye zorlayınca Vahdeddin de işgalci İngilizler'e sığınıp Malaya adlı gemiyle ülkeyi terk eder. Bu verdiği yanlış ya da hatalı kararlar sonrasında ödenen bir bedel midir, yoksa Vahdeddin'in iddia ettiği gibi kendini feda ederek vatanı kurtarma hikayesi mi? Bu tartışma açıkçası hain mi değil mi tartışmasından daha nitelikli... Zaten son yıllarda ciddi tarihçiler ve yazarlar arasında tartışılan konu da biraz budur...
YALANLAR ARASINDA KALDIK
Ahmet Anapalı, Vahdeddin kendini feda ederek vatanı kurtardı diyenlerden. Ama o, tarihe bakışımızdaki kimi sorunlu noktaların bu tür bir tartışmayı gölgelediğini düşünüyor. Yazar "Resmi tarih eksik, yanlış, tek taraflı sunuldu bize. Resmi tarihin yanlışlarını düzeltmek için yazılan gayriresmi tarihin de bir sürü yalanı var. Yani biz yıllarca iki yalan arasında kaldık. Doğrusu nedir derseniz, kaynaklı, belgeli tarihtir" diyerek belgeli, kaynaklı tarihe itibar etmemizi salık veriyor. Ama Anapalı'nın bir uyarısı da var. Çünkü milletçe kimi özelliklerimizin tarihi doğru algılamamız yönünde engel olduğunu düşünüyor. "Biz sıcak bir milletiz, duygusalız, tarihe bakarken de bu duygusallık çerçevesinde bakılıyor. Sevdiğimiz zaman çok seviyoruz, öfkelendiğimiz zaman çok öfkeleniyoruz. Birçok meselede olduğu gibi tarihe de siyah beyaz bakıyoruz. Bunun için de hainimiz ve kahramanız çoktur. Bundan kurtulmamız gerek. Literatürden 'kahrol' ve 'çok yaşa'yı atalım. Siyah beyaz bakmayı bırakıp gri noktalara yoğunlaşalım. Her dönemi değerlendirirken o dönemin şartlarını göz önüne almak ve olayları bağlamından kopartmadan algılamak gerekiyor." Osmanlı'nın son dönemi ve Milli Mücadele ile ilgili son yıllarda önemli sayıda ezber bozan kitaplar çıkıyor. Vahdeddin kitapları da artmaya başladı. Anapalı bunun sebebini bakın nasıl açıklıyor: "Mustafa Kemal, Nutuk'ta Vahdeddin'e 'hain' diyor. Ama siz yazar olarak hain değil dediğiniz zaman Atatürk yalan mı söylüyor deniliyordu. Bu yüzden Atatürk'ü Koruma Kanunu nedeniyle birçok yazar ve gazetecinin başı yandı. Bu hükümet zamanında bu tür durumlar estetildi. Yani mahkemeler sizin beyanınızı fikir hürriyeti kapsamında değerlendirmeye başladı. Onun için de yakın dönem tarihle ilgili kitaplar ve araştırmalarda bir artış oldu ve biz çetrefilli konuları daha rahat konuşabilme fırsatı bulduk"
HAİN, GEÇİŞ DÖNEMİNİN İFADESİ
Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof. Metin Hülagü, İngiliz arşivlerinde yoğun bir şekilde çalışarak yazdığı Timaş Yayınları'ndan çıkan Yurtsuz İmparator Vahdeddin kitabında Vahdeddin'in Milli Mücadele'yi örtülü bir şekilde desteklediğini belgelerle tezleyen tarihçilerden. Hülagü "Vahdeddin, Milli Mücadele'yi desteklemiştir. Ama ufukta başarı görülünce Mustafa Kemal ile yolları ayrılıyor. Onların arasındaki çatışma kişisel değil tamamiyle siyasi. Kurtuluş sonrasında hangi rejimin ülkede geçerli olacağı yönünde bir çatışmadır. Mustafa Kemal yenilikçi, Batıcı, modernisttir, Vahdeddin gelenekçidir. Çatışma noktası da budur" diyor. Hülagü, Vahdeddin'e hain denilmesini kabul etmiyor "Olsa olsa gaflet ya da cehalet denilebilir. Bence hain ifadesi biraz geçiş döneminin ifadesi, abartılı bir ifade olarak görüyorum. Açıkçası bu anlamda Vahdeddin'e haksızlık edildiğini düşünüyorum. Vahdeddin sahilde, köşkünde yaşamış, siyasetle hiçbir alakası olmayan biri. Düşünün 1. Dünya Savaşı'nın son yılında padişah oluyorsunuz ve sizden kahramanlık bekleniyor. Olmaz" diyor Hülagü tarih yazıcılığımızla ilgili kimi sorunlarımız olduğunu söylemeden edemiyor: "Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki siyasi olaylarla ilgili akademik kitaplar çok azdır. Çünkü bu bahsettiğim dönem akademik anlamda adeta yasaklıdır. Bir; insanlar endişe eder, bu tür konular üzerine çalışmaya... İki, endişeyi bir tarafa bıraksanız bile dişe dokunur belge yoktur. Belge olsa da verilmiyor. Ama bugünlerde endişe bulutları dağıldı. Lakin belgelere ulaşmak hâlâ zor. Mesela Osmanlı Arşivi'nden kimi belgeler yayımladı. O belgelerle ne Vahdeddin'i, Mustafa Kemal'i ne de Milli Mücadele'yi anlayabilirsiniz. Peki gerçek belgeler nerede? Ama İngiliz arşivlerinde var bu belgeler. Ben de bunun için İngiliz arşivlerinde çalışarak Vahdeddin ile ilgili kitabı yazdım."
Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahı ve halife Vahdeddin hain olarak anılageldi. Kimileri de kahraman ilan etti. Gerçek ikisinin arasında bir yerlerdeydi. Son yıllarda çıkan Vahdeddin ile ilgili kitaplar onun ne kahraman ne de hain olduğunu ortaya koyuyor
Tabu olmaktan çıkan Vahdeddin'le ilgili akademik çalışmalar ve araştırma kitapları, son padişahın Milli Mücadele'ye örtülü olarak destek verdiğini iddia ederken, kimi siyasi hatalar yaptığını ama haksızlığa da uğradığını kabul ediyor. Hain söylemi ise bırakılıyor
ECEVİT-DEMİREL ARASINDA POLEMİK OLDU
Vahdeddin hain mi değil mi tartışması malum uzun yıllardır yapılıyor. 2005'te eski başbakanlardan ve Türkiye'nin önemli siyasi figürlerinden Bülent Ecevit'in "Vahdeddin hain değildir" demeci yeniden bu tartışmayı ateşlemişti. En büyük tepki eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den gelmişti. Demirel, Fikret Bila'ya yaptığı açıklamada "Yani Atatürk, Vahdeddin'e haksızlık mı yaptı? Ecevit, o şartları Atatürk'ten daha iyi mi bilecek? Cumhuriyetimizin temeli, referansı Atatürk'tür. Biz ona müracaat ederiz. O da hain diyor. O dönemi, yaşananları Atatürk'ten daha iyi bilecek değiliz. Denilebilir ki Atatürk'ün her söylediği doğru mudur? Hepsi doğru olmayabilir ama Vahdeddin konusu onlardan değil" der. Ecevit ise açıklamasının arkasında durarak "Benim Atatürkçülüğüm konusunda kimsenin kuşkusu herhalde yoktur. Ben Atatürk'ü küçülteyim gibi bir düşünce içinde hareket etmedim. Böyle bir düşünceye sahip olduğumu da herhalde yine kimse söyleyemez. Atatürk'ün yaptığı doğrudur. Bunda bir kuşku yok. Benim söylediğim, sadece hain nitelemesinden önce o dönemi artık 80 küsur yıl geçtikten sonra daha ayrıntılı incelemek gerektiğidir" cevabını verir.
FEDAKARLIĞIN KURBANIYIM
Ahmet Anapalı'nın kitabında İlhan Bardakçı'nın Vahdeddin'den Mustafa Kemal'e bir alıntı var. Bu alıntı bir anlamda Vahdeddin savunması niteliğinde: "Vazifemi çok karmaşık bir dönemde bir insanın yapılabileceği en iyi biçimde tamamladığıma bütün yüreğimle ve katiyetle inanıyorum. İnsanların zafiyetleri söz konusu... 'Beşer şaşar' ifadesinin doğru olduğunu çok iyi biliyorum ama, aşılması zaten imkansız olan savaş zamanının engellerini ve daha sonra mütareke ile ortaya çıkan güçlükleri yenemediysem de, memleketin iyiliği için yapmam gereken her şeyi yaptığımı iddia ediyorum. Mütareke yıllarında ortaya çıkan bütün facialara ve olaylara karşı gerçi kalkan olamadım ama paratoner vazifesi gördüm. Bütün müsibetleri üzerime çektim. Kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. Ama gelin görün ki, bugün yaşayan kurban benim. Daha doğrusu fedakarlığın kurbanı..."
KÖTÜ SÖZLER SİYASETEN
Ahmet Anapalı kitabında Vahdeddin ile Mustafa Kemal'in birbirleri hakkında kişisel olarak kötü düşünmediklerini iddia ediyor. Mustafa Kemal'in hain sözünü ise dönemin şartlarına bağlıyor. Vahdeddin'in San Remo'da sürgündeyken torunu Hümeyra Hanımsultan'ın yaşadığı bir olayı da örnek gösteriyor. Olay şöyle gelişmiş. Hümeyra oyun oynarken 'Yaşa Mustafa Kemal Paşa' marşını kalfaların yönlendirmesiyle "Kahrol Mustafa Kemal Paşa" diye söylüyor. Vahdeddin bunu duyup çok kızıyor ve "Bana bakın! Bir daha böyle bir şey söylediğinizi duyarsam ağzınızı böyle tutar, kulaklarınıza kadar ayırırım. Mustafa Kemal bir Türk askeridir, Türk paşasıdır ve benim paşamdır. Hiçbir Türk askerine hakaret edilmesine izin vermem" diyor. Lakin öte yandan Vahdeddin sürgüne gittikten sonra yayımladığı Mekke Beyannamesi'nde Mustafa Kemal için "... Şu kadar ki, o devirlerde (Milli Mücadele dönemini kastediyor) Mustafa Kemal tabi olduğu devlete itaat dairesinden çıkmış ve Anadolu'da pek çok ak sakallı müftülere varıncaya kadar asıp kesmek gibi mezalimiyle milli vazifeler hududunu aşarak milletin başına tahammül olunmaz bir bela kesilmişti" diyecekti. Vahdeddin ve Mustafa Kemal arasındaki çatışmanın siyasi olduğunu belirten Metin Hülagü "Yollar ayrılana kadar birbirleri hakkında kötü konuşmuyorlar. Ama Vahdeddin yurdundan çıkmaya zorlanınca, ikisi de birbiri hakkında iyi konuşmuyor. Lakin kimi iyi konuştukları hakkında iddialar var. Ama bunların belgesi yok. Dolayısıyla rivayet olarak kabul edilir" diyor.
KİM NE DİYOR ?
Peki tarihçiler arasında durum nedir derseniz. Birçok tarihçinin açıklaması arşivlerde yer alıyor. Anapalı bu görüşlerin bazılarını kitabında kullanmış:
HAİN DEĞİL, YANLIŞLARI OLDU
Prof. Mete Tunçay: "Ben öteden beri 'Hain padişah Vahdeddin' sözünün, o dönemin şartları içinde söylenmiş haksız bir şey olduğunu düşündüm. Vahdeddin siyasi anlamda yanlış hesap yapmış olabilir ama bu Vahdeddin'in veya Damat Ferit Paşa'nın hain olduğu anlamına gelmez. Hain olması için en azından karşılığında bir şeyler alıp satması gerekir. Vahdeddin'in bir şey alıp sattığını kimse söyleyemez herhalde. Bugün artık bu meselelere çok daha soğukkanlı bakabilecek ve şefkatle yaklaşabilecek durumdayız."
İDAM FETVASI BİR HATADIR
Prof: İlber Ortaylı: "Son padişah İstanbul'a dahi hükmedemez ve Osmanlı mülkünün yediği darbede de kimse onun fikrini sormamıştır. Anadolu savaşının önderlerinin idam fetvasına göz yummak dışında da önemli bir hatası olduğunu söyleyemiyoruz. Gene Kuvay-ı Milliye'ye karşı örgütlenen birlikler ondan çok Damat Ferit hükümetinin İngilizlerle işbirliğinin eseridir. Hanedan damadı olan bu ahmak politikacıya kısa sürelerle de olsa görev vermek, padişahın diğer önemli hatasıdır."
EN ŞANSSIZ HÜKÜMDAR
Murat Bardakçı: İktidarı Bebek ile Aksaray arasındaki bölgeye sıkışmış bir padişahın çaresizliği söz konusu. Tek yaptığı 'iki tarafı birden idare edip zaman kazanma çabası ve işte bu oyalama taktiği bizde ihanet olarak yorumlanıyor. Vahdeddin hakkındaki tek belgesel biyografiyi yazmış bir kişi olarak şunu söyleyebilirim. Osmanlı tarihinin en şanssız hükümdarıdır, her insan gibi o da bazı hatalar yapmıştır ama memleketini seven bir kişidir ve ihanetle alakası yoktur."