44. İstanbul Müzik Festivali'nin kapanışını 24 Haziran Cuma günü Viyana Senfoni Orkestrası yapacak. Konserin solisti Alice Sara Ott, son yıllarda eleştirmenlerin kendisinden övgüyle bahsettiği bir piyanist. 27 yaşındaki Alman- Japon asıllı piyanist fiziksel görüntüsüyle de dikkat çekiyor ama bunun çok üzerinde bir müzikal yeteneğe sahip. Sahnede çıplak ayakla çalan, klasik müzik dünyasındaki klişelere karşı çıkan Ott, "Müzik benim tutkum" diyor.
- Bulunduğunuz yere gelmek için çok çalışmış olmalısınız. Bunca yıl baskı ve stresle nasıl başa çıktınız?
- Müzik benim tutkum. Bir şeylere ulaşmak için harcamak zorunda olduğum çaba ve enerjiyi hiçbir zaman çok çalışmak olarak görmedim. Elbette karşıma duvarların, zorlukların çıktığı oldu. Asıl sorun, bunlarla nasıl başa çıktığım. Benim için bu problemler kendimi geliştirmemi, hem insan hem de müzisyen olarak olgunlaşmamı sağlayan fırsatlardı. Ayrıca çevremde ailem ve arkadaşlarım gibi harika insanlar olduğu için kendimi inanılmaz şanslı görüyorum. Onlar dayanağım oldular, bana güç verdiler.
- Enstrümanınızla ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
- İnsanlar arasındaki ilişkiden farksız. Sevgi ve aşkın ağır bastığı günler de oluyor, kavga ettiğimiz günler de.
- Piyano çalmak istediğinizi ilk ne zaman fark ettiğinizi anımsıyor musunuz?
- Üç yaşındayken annemle babam beni piyano resitaline götürmek zorunda kalmış, çünkü evde benimle kalacak bakıcı bulamamışlar. O yaşlarda kendimi sözlü olarak ifade etmekte güçlük çekiyor ve bunun acısını yaşıyordum. Sanırım o yaştaki bütün çocuklar kendilerini ifade etmek için farkında olmadan başka bir yol, yöntem bulmaya çalışıyor. O gece adına müzik denilen büyülü dille karşılaştım. Sahnedeki piyanistin iki saat boyunca dinleyiciler üzerinde yarattığı etki beni de etkisi altına aldı. Aynı şeyi yapmak istediğime karar verdim. Anneme piyanist olmak istediğimi söyledim. Annem bir yıl boyunca engellemeye çalışsa da sonunda pes etti ve bana bir piyano öğretmeni tuttu.
- Bir sanatçı olarak size en çok ne mutluluk veriyor?
- Hayatımdaki küçük şeyler. Ailem, arkadaşlarım. Müziğin uyandırdığı duygular, gülümsemeler, gözyaşları...
- İzlandalı müzisyen Olafur Arnalds'la The Chopin Project adlı çalışmaya imza attınız. Bu tür işbirliklerini seviyor musunuz?
- Olafur'la işbirliğimiz harika bir tecrübeydi. Umarım son da olmaz. Bu tür işbirliklerinde benim için önemli olan arkasındaki hikaye. Ve kimliğimi projeye yüzde 100 yansıtabilmem...
- Hangi besteciyle akşam yemeği yemek isterdiniz?
- Bu çok zor bir soru. O kadar çok isim var ki... Ama kısa bir süre önce müthiş bir İngiliz kadın besteci keşfettim. Ethel Smyth. Kadın hakları konusunda önemli kazanımlar elde edilmesini sağlayan Süfrajet hareketinde büyük rolü var. Viskiyi ve puroyu seviyormuş. Sanırım onunla akşam yemeği olmasa da, karşılıklı iyi bir isli İskoç viskisi içmek isterdim.
- Anneniz Japon, babanız Alman. İki milliyete sahip olmak, kadın olmak... Bu durumlar zorluklarla karşılaşmanıza neden oldu mu?
- Evet. Ama müzisyen olmak beni birçok durumdan kurtardı. Etnik geçmişinizin, derinizin renginin ve dininizin önemli olmadığı tek dil müzik. Bizi neysek o şekilde bir araya getiriyor, aynı insanda buluşturuyor.
- Patlamaya hazır bir enerjiyle çalıyorsunuz. Bu enerjinin kaynağı nedir? Konserlere nasıl hazırlanıyorsunuz?
- Aslında çok da bir şey yapmıyorum. Uyumayı seviyorum. Espresso içip çikolata yiyorum. Parmaklarımı Rubik Küpü'yle oynayarak ısıtıyorum. Ve elbette dinleyiciler en önemli enerji kaynağım.
- Sizin tipik klasik müzik piyanistlerden farklı bir imajınız var. Bunun avantajları ve dezavantajları nedir?
- Bu değerlendirme için teşekkür ederim. Açıkçası tipik bir klasik müzik piyanisti nasıl oluyor çok da emin değilim. Ortada dolanan çok sayıda klişe var. Ve bunda klasik müzik endüstrisinin payı büyük. Konser salonu görgü kurallarına, kıyafet zorunluluğuna karşıyım. İnsanların klasik müziğin eğitimli, entelektüel insanlara göre olduğu söylediklerini duyduğumda çileden çıkıyorum. Klasik müziğin, diğer türlerden hiçbir farkı yok. Aynı duyguları ve mesajları iletiyor, burada ve şimdi var oluyor.
- Neden çıplak ayakla çalıyorsunuz?
- Çünkü çıplak ayakla kendimi daha rahat hissediyorum. Kendinizi müziğe açabilmek için rahat olmalısınız. Bu yüzden herkesin farklı bir stili, duruşu oluyor. Kıyafet zorunluluğuna karşı olmamın diğer bir nedeni de bu.
- Kendinizi klasik müzik dünyasında bir tabu yıkıcı olarak görüyor musunuz?
- Hayır, çünkü müzikte hiçbir tabu olmaması gerektiğini düşünüyorum.
- Viyana Senfoni gibi tecrübeli bir orkestrayla konser vermek nasıl bir duygu?
- Birkaç yıl önce birlikte turneye çıktı. Müzisyenlerle harika vakit geçirdim. Harika bir orkestra. Özellikle turnelerde müzisyenleri daha iyi tanıma fırsatı buluyorum. Bu da iletişim şeklimizi ve yaptığımız müziği etkiliyor.
- Daha önce İstanbul'a geldiniz mi?
- En iyi arkadaşım İstanbul'dan. Şehrinizi birkaç kez ziyaret etme fırsatı buldum. İnsanlarını, tarihini ve yemeklerini seviyorum. Tekrar gelmek için sabırsızlanıyorum.