Genç bir kız düşünün. Aslında o Hindistan'da bir prenses. Üstelik aile şeceresine göre bir kolu da Osmanlı soyundan geliyor. Ama sahip olduğu tek şey bu sıfatlar. İsviçre'de işletme eğiti alan Nilüfer Jah şu an Tayland'da yaşıyor ve bir restoran işletiyor.
26 yaşındaki bu genç kızın tüm ömrü, babası dolayısıyla hak kazandığı mirası alabilmek için yürütülen hukuki savaşı izlemekle geçmiş...
Hikayeyi baştan anlatalım;
Türkiye eski güzellerinden Manolya Onur, 1989 yılında Haydarabad Nizamı Mükerrem Bereket Jah ile evlendi, bu evlilikten Nilüfer adında bir kızı oldu.
Haydarabad Nizamı Mükerrem Bereket Jah, son Halife Abdülmecid'in kızı Dürrüşehvar Sultan'ın oğlu. Haliyle Nilüfer Jah da son Osmanlı torunlarından... 1994 yılında boşanmayla sonuçlanan bu evlilik, yıllar sürecek bir mücadelenin de fitilini ateşledi. Boşanma sonrası Manolya Onur önce nafaka davası açtı. Ardından prenses unvanı olan kızı Nilüfer'in hakkı olan miras davası süreci başladı. Ve bu süreç 18 yıldır devam ediyor. Nilüfer Jah, bugün 26 yaşında. Ömrü annesinin kendi adına yürüttüğü mücadeleyi izlemekle geçti. Bu sırada babasıyla ilişkisini normal sürdürebilen Nilüfer Jah, son yedi yılda onun izini kaybetti. Geçtiğimiz günlerde tamamen tesadüfen izini bulduğu babasını polis eşliğinde ziyaret edebildi.
Annesinin hayatını adadığı hukuk mücadelesini artık İsviçre'de eğitimini tamamlayan Prenses Nilüfer Jah sürdürecek. "Annem bu konuyla ilgili çok uzun yıllardan beri mücadele veriyor. Bu konudan beni hep uzak tuttu ama şimdi sıra bende. Bu mücadeleyi babama karşı değil, beni mirastan uzak tutmak için elinden geleni yapan eski eşine karşı vereceğim!" diyor
- Öncelikle şunu sorarak başlamak istiyorum... Babanıza kızgın mısınız? Bu röportajı bir kızgınlıkla mı veriyorsunuz?
- Babamla ilgili olumsuz asla konuşamam. Onunla çok güzel bir ilişkim vardı, beş yaşıma kadar zaten beraberdim. Annem ve babam boşanmasına rağmen hiçbir zaman kimse kavga etmedi, kimsenin sesi yükselmedi. Son derece medeni ayrıldılar. 2006'da şu anda görülen mahkemelerin ilki kazanıldı. 10 yıl sürdü o noktaya gelmek. Annem o dönemde çok yıprandı, bir yandan bana bakıyordu, bir yandan maddi manevi sıkıntı yaşıyordu. Karşı taraf çok güçlüydü çünkü... Annemin elinde bir boşanma sözleşmesi var. Bu sözleşmeye göre, onun ve benim alacağımız miras belli. Ama o sırada babamın 42 yıl önce evlenip boşandığı eşi Esra Birgen devreye girdi... Sözleşmedeki imzaların sahte olduğunu, o imzayı babamın atmadığını ileri sürdü. Bunun için Hindistan'dan bir mahkeme heyeti Türkiye'ye geldi ve babam orada annemin gözlerinin içine bakarak, bu sözleşmedeki imzanın kendisine ait olduğunu söyledi. Yani ilk davayı kazandık... Babamın ölümünden sonra Hindistan'daki Çırağan Sarayı ve kışlık sarayı almaya hak kazandım.
- Eee ne güzel işte. Sonra ne oldu?
- İmza yetkisine sahip olan, babamın eski eşi davayı kazandığımızın ertesi günü Hindistan'a giderek, babamın mallarını kendi çocukları üzerine kurduğu vakfa devretti. O gün bugündür, savaşım babamla değil... Çünkü benim babam Alzheimer... En son 2009 yılında görebildim onu. Bana babamı göstermediler. Bir anda onunla bağımı kestiler. Her aradığımda "Baban seni görmek istemiyor" dediler. O sırada babamı Antalya'ya götürmüşler...
- Orada görebildiniz mi?
- Polis yoluyla bulup, tespit yaptırıp, gördüm. Güzel zamanlar geçirdik. Sonrasında babamı Antalya'dan Suadiye'ye taşımışlar. O sırada hastalığı da ilerliyor ve unutuyor tabii ki... Tüm maddi varlığını elinden aldılar. Şu anda babam, eski eşinin verdiği maaşla yaşıyor. Vakıflardan gelen milyonlarca dolarlık faizler elinde. Hindistan'da içinde büyüdüğüm saray dünyanın sayılı otellerinden biri oldu. Ama bunların hepsine el konulmuş vaziyette. Böylesine bir kuvvetle bizim savaşacak gücümüz yoktu.
- Babanızı en son geçtiğimiz hafta yine polis eşliğinde görebildiniz. Uzun süre yine izini kaybetmiştiniz. O süreç nasıl gelişti?
- Çevremdeki herkese babamın, ona bakan insanların resmini gösterdim. Anadolu yakasında oturduğuna dair bir şeyler duyuyordum ama netleştiremiyordum. Sonra tesadüfen, yanında çalışanlardan birini tanıyan çıktı. O sokağa gittim ve hangi eve girdiğini gözlerimle gördüm. Polise haber verdik. Tespit yapıldı ve ertesi gün görmeye gittim. Ama çok ilginç bir durum çünkü o evde kendimi diken üstünde hissediyorum. Bir paranoyaya kapıldım, su bile içemedim.
- Neden?
- Çünkü benim başıma çok çarpıcı şeyler geldi zamanında. Antalya'da kaldığım dönemde, bir duruma kulak misafiri oldum. Babama bakması için tutulan, eski eşinin yardımcılarından biri saç telimi alıp, onun DNA'sıyla oynatıp, kızı olmadığımı sahte şekilde belgeleme niyetindeydi. Böylesine bir ortam... Rezillik. Bu nasıl bir hırs? Neden yapılıyor bunlar, anlamıyorum.
- Varolan büyük bir servet var ama hiç sizin olamamış... Bu nasıl hissettiriyor?
- Çok enteresan bir duygu. Hindistan'a gittiğimde birazını yaşıyorum bu durumun. Çünkü orada saraylara giriyorum. Çok görkemli karşılanıyorum. İnsanlar yolda durdurup fotoğraf çektirmek istiyor. İstanbul'dan oraya gidince farklı bir durum yaşanıyor. Hatta genç kızken bir keresinde Hindistan'a gittiğimde kırmızı bir halının üstünde yürüyoruz ve davullar çalınıyor... Sandım ki gelin geliyor arkamızdan. Meğer bizim içinmiş tüm bu hazırlık. Çok şaşırmıştım.
- Babanıza Allah uzun ömür versin, ölümünün ardından bambaşka bir mücadele sizi bekliyor. Hazır mısınız?
- Kesinlikle hazırım. Hakkım çünkü.
BABAMI GÖRMEK İÇİN KİMDEN İZİN ALACAĞIM?
- Şu an en önemli sıkıntınız maddiyattan öte, babanızdan uzak tutulmak... Niye göremiyorsunuz babanızı?
- Yedi yıldır bir şekilde babamdan ayrı tutuluyorum. Babam bir bakıcı ve hemşire eşliğinde bir apartman dairesinde yaşıyor. Neden? Ben kızıyım onun, ona son günlerinde ben bakabilecek durumdayım. Hastalığı çok ilerlemiş... Kimseyi tanıyacak durumda değil. Çok üzücüydü...
Prenses Nilüfer babası Bereket Jah ile...
- Genç kızlığınız ve şimdiki yıllarınız bu mücadeleye tanık olmakla geçmiş... Nasıl etkiledi sizi?
- Çok zor bir dönemden geçtim elbette. Düşünsenize babanızla sizi ayırıyorlar bir anda. Ve babanızı size karşı dolduruyorlar, bir yandan da adam hasta... Bu kadar iyi bir ilişkimiz varken bunu yaşadığımda boşluğa düştüm. Üstümde bir de vicdan azabı vardı. Acaba yeterince aramadım mı babamı diye kendimi sorgular hale geldim. Başka yollar mı bulsaydım dedim. Oysa ben 15-16 yaşımdayım o sıralar. Bir şey olsa haberim bile yok. Bir sürü soru vardı kafamda; "Acaba babama ne denildi? Babam benimle görüşmek istemiyorsa niye kendi söylemiyor?" Baktığımda her şey çok saçma geliyor. Çünkü ortada bir eski eş var, sorunum babamla olsa anlardım, çözmeye çalışırdım. Ya da annemle babam arasında bir sorun olsa, kenarda dururdum. Ama 42 yıl önce evlenilmiş bir kadının benim hayatımı bu kadar etkilemesi çok saçma geliyor. Ortada yalan yok, dolan yok. Durmadan düşman gibi üstümüze geliniyor. Ben bu adamın kızıyım. Bu gerçeği ne yaparlarsa yapsınlar değiştiremezler.
Dürrüşehvar Sultan ve oğlu Bereket Jah
- Paylaşılamayan para da sanırım herkese yetecek kadar çok...
- Bu durum bu kadar konuşacak bir şey değil aslında. Oturup konuşulup halledilmesi gerekilen bir şey. Yazık...
- Şu an babanızı istediğinizde görebiliyor musunuz?
- Şu anda görüyorum. Ama geçenlerde avukatlar aradı, izinsiz gelmişsiniz diye... Babamı görmek için kimden izin alacağım? Ne münasebet!
- Bu noktada istediğiniz ne?
- Babamın yanımda olmasını istiyorum. Bakabilecek durumdayım. 26 yaşımdayım ve paranın peşinde değilim. Esra Birgen benim çocukluğumu, babamın servetine konmak için çaldı. Bunun maddi karşılığı yok, kendisini hiçbir zaman affetmeyeceğim. Çok genç yaşta paranın mutluluk getirmediğini ben öğrendim ama kendisi 80 yaşında olmasına rağmen öğrenememiş. Çok üzücü...