Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Yerlerinde sayarak bir yere gittiklerini zannedenler üzerine...

Belki farkında değilsiniz... Ama yıllar eskisinden farklı bir hızla geçmeye başladı. "Bilişim çağı"nda "zaman" da eskisinden daha hızlı biçimde tüketiliyor.
Ama bizim siyasetimizin bazı aktörleri adeta dondurulmuş bir gündemi tekrarlayarak, yerlerinde saymayı denemekteler. Dün Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın "Çankaya"sını boykot eden kifayetsiz muhterislerin bugünkü benzerleri, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Beştepe"sini boykot ederek siyaset mesleğini icra ettiklerini sanmıyorlar mı?

Bir İsveç hikâyesi
Çocuk yaşlarımda okuduğum İsveçli mizah yazarı Hasse Zetterström'ün (1877-1946) bir hikâyesini yine hatırlatacağım...
Türkiye'de bugün de gündemimizi işgal eden bazı kemikleşmiş davranışları izlerken, bu hikâyeyi hep hatırlıyorum. Bu hikâyeyi, belleğimde kaldığı kadarıyla aktarıyorum:
Bir baba ve oğlu, her pazar yiyeceklerini sırt çantalarına yükleyip, kent dışındaki kırlara uzanan uzun bir yürüyüşe çıkarlarmış. Yürüyüşün sonunda kırlarda oturur, yanlarında getirdiklerini yerlermiş.
Akşamüstü de hava kararmadan yine yürümeye başlar ve evlerine dönerlermiş.

Yağmur başlayınca

Bir pazar yine yürüyüş için hazırlanmışlar.
Tam bu sırada sağanak şeklinde yağmur başlamış. Oğlan babasına "Baba bu yağmurda yürüyemeyiz.
Bu pazar herhalde evde oturacağız"
demiş. Baba bu sözlere sinirlenip, oğlunu terslemiş ve "Hiçbir yağmur yürüyüşümüze engel olamaz. Şimdi sırt çantalarımıza yemeklerimizi koyup, yemek masasının etrafında üç saat yürüyerek döneceğiz" demiş.

Tuzluk unutulmuş

Babanın söylediğini yapıp, sırt çantaları sırtlarında, tam üç saat masanın etrafında dönmüşler. Sonra sandalyelere oturup, sırt çantalarını açmışlar, yemeklerini çıkartıp, yemeye başlamışlar. Bu sırada baba oğluna "Bana tuzu ver" demiş. Oğlan mutfaktan tuzluğu getirmeye yeltenince babası sinirlenmiş... "Tuzluğu çantaya koymayı unutmuşsun.
Eve geri dön ve tuzluğu alıp bana getir"
diye bağırmış.
Babasından fırçayı yiyen çocuk üç saat masanın etrafında dönmüş.
Mutfaktan tuzluğu aldıktan sonra, ters istikamette üç saat daha dönmüş masanın çevresinde... Sonra babasına uzatmış tuzluğu. Baba "Aferin, bir işe başlayınca yarım yapmak olmaz. Biz prensip sahibi insanlarız" demiş.

Orada kalmışlar

Bu sırada hava kararmaya başlamış.
Baba ayağa kalkarken, oğlan yalvaran bir sesle babasına, "Babacığım, ben burayı çok sevdim, hem de çok yoruldum. Bu akşam eve dönmeyip burada kalalım" demiş. Baba biraz düşünmüş... Sonra da "Tamam oğlum. Ben de burayı çok sevdim.
Bu gece burada kalacağız"
demiş...
Ve baba oğul o gece kalıp, orada uyumuşlar.
Zetterström'ün hikayesi, belleğimde kaldığı kadarıyla böyleydi.

Kifayetsiz muhterisler

Bir yere gittiklerini zannederek masanın çevresinde yürüyen ve gerçekte yerlerinde sayan, her şeye "Hayır" demeyi siyasetin gereği olarak gören bizim kifayetsiz muhterisleri bir düşünün... Sonra Özal'ın ülkeye yaptığı hizmetleri ve açtığı ufukları hatırlayın. Erdoğan'ın devraldığı krizkolik Türkiye ile bugünkü Türkiye'yi bir karşılaştırın.
Yukarıdaki hikâyede kim baba, kim oğul ve neresi ev, neresi kır siz çıkartın.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA