Türkiye'nin en iyi haber sitesi
STELYO BERBERAKİS

Kayıpların hikâyesini bu kemikler anlatıyor

Lefkoşa'daki laboratuvarda, kurşunla parçalanmış ya da ağır cisimle kırılmış kemikler incelenip yıllar sonra da olsa yakınlarına ulaştırılıyor. İskeletler arasında, Rum-Türk diye bir ayırım yapılmıyor

Kıbrıs'ta yaraların sarılıp acıların hafiflemesi için her iki taraf da yoğun çaba sarf ediyor. Kayıpların bulunması adına tüm adada kazılardan çıkartılan kemiklerin toplandığı antropoloji laboratuvarı da bu çabanın sergilendiği merkezlerden biri... Burada çalışanlar Lefkoşa'nın BM gözetimi altındaki ara bölgede toplanıyor. 1974'e kadar Lefkoşa'da uluslararası havalimanı olarak kullanılan bu ara bölgedeki saatler, sanki 1974'te çakılı kalmış. Bu bölgede 35 yıldan bu yana hiçbir faaliyet gösterilmemiş. Etraf sadece BM askerleriyle dolu. Ama şimdilerde en azından kutsal bir görev için Lefkoşa'nın asıl sahipleri yani Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar tarafından kullanılıyor. Ara bölgedeki BM askerlerine geçiş izinlerimizi gösterdikten sonra ağaçlıklı dar ve kıvrak bir yol bizi, üzerinde MPC (Missing People Committee) yani Kayıp Şahıslar Komitesi binasına getiriyor.

RUM-TÜRK DİYE AYIRIM YOK

Basık binaların birinin kapısında bizi bekleyen KŞK'nin Türk eş başkanı Gülden Plümer Küçük'ün hâlâ, az önce kayıp bir şahsın naaşını verdiği ailesinin feryatlarının etkisi altında olduğunu görüyoruz. Küçük'ün eşliğinde komitenin Rum eş başkanı İlias Georgiades'in bulunduğu ana laboratuvar binasına doğru ilerliyoruz. Kapısından içeri girer girmez insanı bir ürperti basıyor. Sıra sıra uzun masaların üzerine yerleştirilen iskeletler, kafatasları ve irili ufaklı numaralandırılmış kemikler gruplara ayrılmış. Laboratuvarda da aynı kazı yerlerinde olduğu gibi karma ekipler çalışıyor. Masaların üzerindeki iskeletler "Rum" ya da "Türk" diye ayrılmamış. Antropologlar, iskeletlerin üzerindeki numaralara göre çalışıyorlar. Kimisi kurşunla parçalanmış bazı kafa taslarının eksikliklerini ufalanmış kemik taneleriyle tamamlıyor. Kimisi de ağır bir cisimle kırıldığı anlaşılan kol ya da bacak kemiklerini ölçüyor. Laboratuvar içinde ayrıca içlerinde kazı yerlerinden getirilmiş kemikleri barındıran kırmızı kutuların sıralandığı bir bölüm var. Ana laboratuvardaki iskeletlerin tamamlanıp ailelerine teslim edilmesinden sonra, sıra bu kutuların açılmasına geliyor.

TOPLU MEZAR SÜREYİ UZATIYOR

Laboratuvarın sorumlusu Popi Hrisostomou'dan antropolojik çalışmalar hakkında bilgi alıyoruz: "Kazı yerlerinden buraya gelen kemikleri ilk önce kayıtlara geçiriyor ve fotoğraflarını çekiyoruz. Daha sonra hangi iskelete ait oldukları belli olmayan tüm irili ufaklı kemikleri gruplar halinde ayırıyoruz. Bazı durumlarda cesetlerin gömülü oldukları yerlerde meydana gelen toprak kaymaları ya da sel gibi durumlarda iskelet kemikleri birbirine karıştığından hangi kemiğin hangi iskelete ait olduğu kolayca anlaşılmıyor. Bu işlemleri tamamladıktan sonra kemik örneklerini DNA laboratuvarına gönderiyoruz. Burada kemiklerin biyolojik profili ortaya çıkıyor. Ailelerin verdiği kayıp şahsın boyu, kilosu, yaptığı iş gibi ilgili ayrıntılı bilgileri de eklemek suretiyle kimlik tespiti yapabiliyoruz." Yine Hrisostomou'ya göre, mezarda 20 cesetle birlikte bulunacak bir kayıp şahsın kimlik tespitinin, ayrı ayrı gömülü olanların kimlik tespitinden çok daha fazla vakit alıyor. Bu da toplu mezarlarda kemiklerin birbirine dolanmasından kaynaklanıyor.

ESKİDEN RUM MİLLİYETÇİSİYDİ GERÇEKLERİ YAZDI, TEHDİT ALDI
KIBRIS sorununun temelinde yatan ana parametrelerinden biri olan kayıp şahısların faillerini aslında her iki toplum da tanıyor. Gözü dönmüş aşırı milliyetçiliğin yarattığı körlük, kanlı çatışmalar ve savaş ortamında, çoluk, çocuk, demeden masumların kurşuna dizilmesine, cesetlerinin çukurlara gömülmesine yol açtı.

'KİMSE ÖZÜR DİLEMEDİ'
Rum tarafı, uzun yıllar sadece kendi "Kayıp şahıslar"ını ön plana çıkartarak Türk tarafını suçluyordu. Ancak zaman içinde Rum tarafı da kendi milliyetçilerinin işlediği cinayetleri kabullenmeye başladı. Nitekim Kıbrıslı Rum yazar ve araştırmacı Antonis Angastiniotis de "Kanın Sesi" adlı Rumca ve Türkçe yazılı kitabında sadece Rum milliyetçilerin işlediği akıl almaz cinayetlerini toparladı. Larnaka Havalimanı'ndan Atina'ya dönerken Antonis Angastiniotis ile havalimanında bir fincan kahve içme fırsatı buldum. Angastiniotis, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklere yönelik cinayetlerini öğrenmeden önce kendisinin de "milliyetçi" olduğunu söylüyor. Ancak Kıbrıs'taki kanlı çatışmaları deştikçe Rumların da işlediği cinayetlerin ortaya çıktığını anlayan Angastiniotis bu cinayetlerle ilgili yaptığı araştırmadan dolayı Rum tarafında tehditlere hedef olmuş. "Geçmiş, propaganda duvarını tırmanıp da toplumunun bilinçli olarak senden gerçeğin yarısını sakladığını veya değişik bir versiyonunu aktardığını keşfettiğinde, ürkütücü bir bugüne dönüşüyor. Ve birden bire, daha fazla gerçek bulabilmek için çıplak ellerinle, ellerin kanayana kadar, toprağı kazman gerektiğini anlıyorsun. Uzun bir süredir geceleri yatağıma Muratağalı bir sürü çocuk tırmanıyor. Birlikte masallar okuyoruz. Onların hikayelerini dünyaya anlattığım için mutlu bir şekilde gülümsüyorlar. Ben ise minicik gövdelerinde açılan kurşun yaralarını saymadan, gittikleri için hıçkırıklara boğuluyorum. Yaraları taze olmalı, çünkü uyandığım zaman bembeyaz çarşafımda kırmızı kan lekeleri buluyorum. Henüz kimse onlardan özür dilemedi. Keşke basit bir özür dileme yeterli olsaydı."

KARMA EKİPLER ÇALIŞIYOR
Sıra sıra uzun masaların üzerine yerleştirilen iskeletler, kafatasları ve irili ufaklı numaralandırılmış kemikler gruplara ayrılmış. Laboratuvarda da aynı kazı yerlerinde olduğu gibi karma ekipler çalışıyor... İskeletler de Rum ya da Türk diye ayırıma tabi tutulmamış.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA