Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Açılmamış sergiyi nasıl gezdik?

İstanbul’dan Berlin’e... Martin Gropius Bau’dan Sakıp Sabancı Müzesi’ne... Ai Weiwei’den Nazan Ölçer’e... Kafka’dan Stefan Zweig’a... Şahsi itibardan pozisyona... Zamanlamadan lokasyona...

House of Cards'ın bir bölümünde Francis Underwood'un (Kevin Spacey) dediğinden hareketle ev içi münazaralarımızın popüler başlıklarından olmuştu: 'Tayming' mi, 'lokeyşın' mı? Hangisi daha önemli? Zamanlama mı, lokasyon mu?
Çoğu zaman ikisini birbirinden ayırmak hiç kolay olmuyordu. Hayat, ne zaman nerede bulunduğuna göre gelişiyor ya da geri düşüyordu. Sen 'burada' olduğun için kaybederken, o sırf 'orada' olduğu için kazançlı çıkıyordu. 'Şimdi' değil de 'o zaman' burada olsaydın, sen kazanacaktın belki... Sadece birkaç saniye ya da birkaç santimle neler kaçırıyorduk... Hayatımızın fırsatını belki... İşini, eşini, kısmetini... Evden sadece yarım dakika geç çıktığımız için. Sağa değil sola saptığımız için.
Bu işin ideali, doğru zamanda doğru yerde olmaktı tabii. Ama ille de tekini seçeceksek hangisiydi? Saniye mi, santim mi? Zamanlama, bir zerre daha mı önemliydi sanki?


Nazan Ölçer, Stefan Zweig sergisinde.

DOĞRU YERDE AMA BİR GÜN GEÇ!
Bundan aylar önce, Stockholm... Moderna Museet'nin bahçesinde, ağaçların gövdelerini soyan müze görevlilerini izlerken, ben de soğan soyar gibiyim; dokunsalar ağlarım. Ağaçlara giydirilmis kırmızı-beyaz puantiye kılıfları çıkarıyor işçiler. Neden? Çünkü dolmuş süresi, bitmiş sergisi. Ne sergisi? 'Sonsuzlukta' isimli Yayoi Kusama retrospektifi...
Puantiye obsesyonuyla bilinen Japon sanatçı; daireleri, topları, yuvarlak desen ve formları oldum olası sevmemden mi, takıntılara saygımdan mı, yoksa delirmeye meyyal yapımdan mı bilmiyorum, oldum olası ilgi duyduğum biri.
Son anda uzar ya bazen sergiler, bir gün gecikmeyle ve son ana kadar bunu umarak gelmişim. Doğru yerdeyim. Ama hayır, son kırıntılar da önümde süpürüldü o gün. Francis Underwood'un dediği gibi "It's all about location, location, location" olsaydı hayat, hevesi böyle kursakta bırakmazdı.

BERLİN'DE TRAJİK VAKİTLERDE...
Geçtiğimiz hafta Sakıp Sabancı Müzesi ve Akbank Sanat'ın davetiyle, küçük bir gazeteci grubu olarak Berlin'deydik. Çok heyecan verici bir iş için: Son dönemin 'megastar' sanatçısı Ai Weiwei'in stüdyosuna gitmek için... Popülaritesinin zirvesindeki bu 'dünya devi' Çinli sanatçı; gündeme, siyasete, en can alıcı hakikatlere değen işleriyle çok konuşturuyor. Ve tam da en 'makbul' olduğu dönemde bize geliyor!
11 Eylül'de Sakıp Sabancı Müzesi'nde 100'e yakın eseriyle şimdiye kadarki en büyük sergisi açılıyor. Muazzam bir şey bu ve işte sebebi ziyaretimiz de bu.
Weiwei'in özgürlükten ne anladığını, mülteci meselesine nasıl baktığını, pilav mı yoksa noodle mı sevdiğini, bunları haftaya bırakacağım ve simdi size bambaşka bir şey anlatacağım.
Berlin'de Weiwei'in zihninin izinde dolaştık. Babadan miras sürgün hayatı, cezaevi günleri, hep bir özgürlük kısıtlaması... Şehre de o gözle baktık. Nazi Partisi yöneticilerinin Yahudileri yok etme kararını aldıkları Wannsee Konferansı'nın yapıldığı villada içimizin kıyılması pahasına...
Gezdiğimiz sergilerde de ortak bir trajedi vardı. Martin Gropius Bau'da Franz Kafka'nın Dava'sının orijinal kopyasını sayfa sayfa gözden geçirdik. Almanya'da Nazilerin yönetime gelmesiyle eserleri tahrip edilen ve İstanbul'da sürgün hayatı yaşayan önemli heykeltıraş Rudolf Belling, Hamburger Bahnhof'daydı.


Stefan Zweig sergisi Berlin'deki Literaturhaus'ta...

BİR GÜN ERKEN HİÇBİR YERDE!
Bir şeyler içmeye Literaturhaus'a gittiğimizde, gelecek serginin afişiyle içimiz cız etti: "Ich gehöre nirgends mehr hin!" yani "Artık hiçbir yere ait değilim!" Yahudi kökenli olduğu için kitapları Nazilerce yakılan, New York'tan Buenos Aires'e giden bir yolcu gemisinde geçen Satranç'ı yazdığında kendi de eşiyle göç ettiği Rio de Janeiro'da olan Stefan Zweig'in sergisi de çerçevemize yüzde yüz uymaz mıydı?
Hem de nasıl! Ama kahpe kader... Serginin açılışı ertesi gündü. Dönmüş olacaktık. İnsanların pozisyonlarını, unvanlarını kendi çıkarları için kullanmalarına alısığız. Bir de tam tersi, kişisel donanımlarını, itibarlarını, kamu yararına kullananlar var. Bizi iyileştirenler. Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer, o ender bulunanlardan. Şahsi ilişkilerini kurumu için, en nihayetinde de bizler için seferber eden biri. Normal şartlarda yine doğru yerde ama yanlış zamanda (bu defa da bir gün erkenci) olduğumuz için göremeyeceğimiz Stefan Zweig sergisini, biricikliğiyle açtırdı. Tam belki de zamanlama değil, lokasyondur esas olan diyecektik ki... Bu gusto sahibi derinlikli yazarın yasamı ve de üzüntüyle, hayal kırıklığıyla, çaresizlikle kendine biçtiği sonu, içimizi bir kere daha sızlattı.
Yasadığı dönem mi sebebi... Yer, yersizlik, yurtsuzluk mu... Yine karıştı...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA