Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

AB hatasından yumuşak dönüş yapıyor

Türkiye'de savcılığın başlattığı takibat sonucu, 14 Aralık'ta güvenlik güçleri önemli bir operasyonu gerçekleştirdi.
Bu soruşturma, bir dizi medya mensubunu da kapsadığı için, bir anda "basın özgürlüğü" vaveylasıyla çok gürültülü bir kampanya başlatıldı. Bu kampanyanın paralel örgüt namıyla maruf çevrelerden başlatılması ne kadar beklenen bir gelişme olduysa, AB yetkililerinin de, özellikle bir tatil günü son derece sert açıklamalar yapması o kadar sürpriz oluşturdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, yetkililer AB'nin, özellikle Komisyon ve Parlamento kökenli bu tepkilerine sert tavır koydular.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, DEİK Genel Kurulu'ndaki konuşmasında, Türkiye'nin hukuk devleti olduğunun altını çizdi. Bu satırlarda da defalarca anlatmaya çalıştığımız gibi, suçun örgütlü ya da kişisel olması, suç işlediği tahmin edilen kişilerin hangi meslekle iştigal ettiğinden bağımsızdır.
Devlet görevi nedeniyle, kimi koşullarda dokunulmazlığı olan kişiler haricinde, suç kovuşturması yapılırken bazı mesleklere muafiyet tanınması söz konusu olmaz.
Burada kovuşturulan husus, basın ya da ifade hürriyeti değil, devletin yüksek menfaatlerini hiçe sayan, gayet tehlikeli olabilecek bir örgütlenme, yasadışı dinlemelerdir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu konuya dikkat çekerek, medya mensubu olmanın "suç işlemez" türünde bir karine yaratmayacağının altını çizdi. Bunun ötesinde, AB yetkililerine ciddi biçimde tepki vererek, yerine ve zamanına göre tavır almanın AB'nin ilkeleriyle örtüşmediğini hatırlattı.
Örnek olarak da Birleşik Krallık'ta dinleme konusunda soruşturulan gazetecileri, son derece gayrı hukuki biçimde tutuklanan Mısırlı gazeteciler konusunda AB'nin sessiz kalmasını gösterdi.
Bu gelişmelerden sonra, medyanın bir kesiminde, AB ile ilişkilerin kopma raddesine geldiği yazıldı ve uzun boylu tartışıldı.
Zaten büyük ölçüde, Türkiye'nin dış siyasette başına gelebilecek kötü şeyleri, sanki iç siyasette zemin yaratırmış gibi kullanmak isteyen, ancak bunda bir türlü başarılı olmayan bir anlayış muhalefete hâkim. AB cihetinde, aralık zirvesinde yapılan hükümet ve devlet başkanları toplantısında Türkiye'ye yönelik bir demeç ya da karar yer almadı. Oysa Cumhurbaşkanı, "AB'ye kapıkulu değiliz, elli yıldır oyalıyorlar, almazlarsa da onların bileceği iş" anlamına gelecek çok açık bir mesaj göndermişti. AB zirvesinden önce yapılan Genel İşler Konseyi ise, AB'nin Türkiye ile ilgili görüşünü teyit etmekle yetindi.
Görünen o ki, çok da yumuşak olmayan üslupta görüşler teati edildikten sonra, kurumsal işleyiş anlamında AB, Türkiye'nin önemini ve hayati rolünü görmezden gelecek lükse sahip değil. Mantıklı olan yaklaşım da zaten bu. Ayrıca Türkiye, küreselleşen dünyada, teknoloji üreten, demokrasiyle idare edilen ülkelerle ekonomik işbirliğini arttırarak sürdürüyor. Buna ilave olarak da yükselen pazarlara açılma konusunda çok önemli adımlar atıyor.
ABD ile AB arasında oluşan serbest ticaret bölgesine dahil olmak için çaba gösteriyor, bu sisteme girecek olan Japonya ile serbest ticaret anlaşması hazırlıyor.
Kısacası, Türkiye sorumluluklarını yerine getiriyor. Siyaseten AB ile karşılaştığı sorunları da sessizlikle geçiştirmiyor, uluslararası kamuoyu ile paylaşıyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA