Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

İttihad ve Terakki'den günümüze "liderlik," "siyaset" ve "demokrasi" (II)

Etkili partilerinde örgüt içi demokrasi İttihad ve Terakki'nin bir hayli gerisine düşmüş Türkiye'de "liderlik demokrasisi" demokrasiyi sınırlayan bir işlev görmektedir

Geçtiğimiz hafta Erken Cumhuriyet ile birlikte Türkiye'nin yeniden güçlü "lider kültü"ne dönüş yaptığını vurgulamıştık. Bu kült ve tek parti CHP'nin evrildiği oligarşik yapılanma, asır sonu ve iki savaş arası dönem siyasetlerinin en kötü yanlarını yansıtan bir siyaset yapım biçiminin kökleşmesine yol açmıştı.

1950-1960 dönemi
Çok partili yaşama geçiş "yaşayan lider kültü"nün sona erdirilmesine son açtı. Ancak, İsmet İnönü, "Millî Şef" statüsünü bırakmasına karşın, partisi içinde karizmatik liderliğe dayanan bir "kült"ü sürdürdü. Parti içi yarışma karizmatik liderin desteğini sağlama mücadelesi biçiminde şekilleniyor, son tahlilde ise onun işaret ettikleri yönetim kademelerine geliyordu. Partinin temel yaklaşımlarını da lider belirliyordu. Bu nedenle uzun süre parti kendisine siyaset yelpazesinde bir yer de tayin etmemişti. İsmet İnönü daha sonra bu konumu "ortanın solu" olarak belirleyecektir. Gerçekte ise parti temel yaklaşımları karizmatik lider tarafından şekillendirilen bürokratik modernleşmecilik çizgisine sahipti.
Yapısal açıdan ele alındığında Demokrat Parti de belirgin bir düşünsel hareket olmaktan ziyade muhafazakâr kalkınmacılık ve ekonomik liberalleşme vurguları yapan bir kitle partisi olarak örgütlenmişti. Ancak kuruluş aşamasında ortaya çıkan kolektif liderlik ve geniş bir yelpazeye yayılmış olan Tek Parti muhaliflerinin partiye katılımı liderlik vurgusunun sınırlı kalmasına yol açmıştı.
Adnan Menderes'in iktidardaki on yıl süresince güçlenen karizması bir lider kültünün yaratılması için yeterli değildi. Güçlü, tartışmacı meclis grubu ile hukuken tarafsız, uygulamada ise parti üzerinde etkili cumhurbaşkanı, Menderes'in İnönü benzeri bir parti içi "lider kültü" yaratmasının önündeki temel engellerdi. Menderes'in liderliği program uygulayıcılığıyla sınırlıydı ve bir "kült"ün yokluğu onun her konuda "tek karar verici" olmasını engelliyordu.

Liderlik oligarşisi

1960 darbesi, CHP içinde önemli bir değişikliğe neden olmadı. Ancak darbe merkez sağda DP'nin yerini dolduran Adalet Partisi üzerinden liderlik oligarşisinin sistemin iki temel partisinde de egemen olması neticesini doğurdu. Profesör Arsev Bektaş, 1961- 80 dönemini ele alan Demokratikleşme Sürecinde Liderler Oligarşisi çalışmasında CHP ve AP'de liderlerin örgüt içi demokrasi aleyhine güçlendiklerini ve partileri sıkı bir denetim altına aldıklarını ortaya koymuştur. Bunun doğal bir neticesi olarak, kendisinin de tespit ettiği gibi "Türkiye'de partiler demokrasisi liderler demokrasisine dönüşmüş"tür.
Liderlerin güç kazanımı merkez partilerle de sınırlı kalmamış, onların tersine düşünce hareketleri olarak gelişen örgütlenmelerde de kendisini göstermiştir. Bu anlamda Türkiye, Max Weber'in öngördüğü "liderlik demokrasisi"nin sadece iktidar değil parti düzeyinde de çarpıcı örneklerinden birisi haline gelmiş, seçimler, fikirler, programlar ve partilerin mücadelesinden ziyade liderler yarışması halini almıştır.
Bu özellik Turgut Özal-ANAP örneğinde de görüldüğü gibi 1983 sonrasında da sürmüş ve Türkiye hızla iktidardaki siyasetçilerin "yaşayan büyük kurtarıcı/reformcu" kültüne dayandığı, muhalefettekilerin "alternatif kurtarıcı" olarak hazırlanmaya çalıştığı, etkili partilerin ise bütünüyle liderlerin oligarşik kontrolü altına girdiği bir toplum haline gelmiştir.

Liderlik demokrasisi çözüm mü?

Türkiye'de liderlik demokrasisinin kökleşmesi ve partilerdeki liderlik oligarşisinin güçlenmesi, dünyadaki gelişmelerle paralellik göstermektedir. Diğer bir ifade ile Weber ve Joseph Schumpeter'in yirminci yüzyıl için ortaya koydukları kehânet günümüz postmodern gerçekliğinin bir parçası haline gelmiştir.
Günümüzde liderlik demokrasisinin, bürokrasilerin siyaset alanına müdahalesini ve parti kliklerinin egemenliğini önlediği ve sivil toplumu harekete geçirebildiği gerekçesiyle, modernlik sonrasında imkânsız hale geldiği ileri sürülen kitlesel demokrasiye tercih edilmesini savunan kuramsal bir yaklaşım da ortaya konulmaktadır. Müzakereci demokrasinin AB tarafından temel hedef haline getirildiği, değişik toplumlarda bu amaçlı sivil toplum seferberliklerinin başlatıldığı bir dönemde bu yaklaşımın yaygın taraftar bulmadığı doğrudur. Benzer şekilde bu toplumların çoğunda liderlerin sisteme egemen olması ve partilerde oligarşik yapılanmaların önlenmesi için dönem sınırlamaları gibi tedbirlere de başvurulmaktadır.
Bu genel eğilime karşılık "liderlik demokrasisi"nin "diktatörlük"lerle karşılaştırılmasının anlamsız olduğunu savunarak, onun "bir demokrasi türü olduğunu vurgulayan" yaklaşım, Jan Pakulski ve Andras Körösenyi'nin Toward Leader Democracy (2012) kitabı benzeri çalışmalarla kavramsallaştırılmaktadır. Bu tür çalışmalarda "liderlik demokrasisi"nin gelişmiş demokrasiler için anlamlı bir seçenek olduğu ve demokrasiyi daha ileri bir seviyeye taşıyacağı ileri sürülmektedir.

Nerede duruyoruz?

Demokrasisi henüz bu aşamaya ulaşmamış olan Türkiye'nin 1983 sonrasında tedricen güçlü bir "liderlik demokrasi"sine dönüşmüş olmasındaki sakıncaların altı çizilmelidir. Demokrasimizin bu niteliği "liderlik demokrasisi"nin olumlu yanlarına işaret eden kuramların toplumumuz için anlam taşımasının önüne geçmektedir. Liderlik demokrasisi Türkiye'de toplumsal tartışmayı sınırlayıcı ve parti karar alma süreçlerini kişisel tercihe dönüştürücü bir işlev görmektedir.
Bu açıdan bakıldığında günümüzün etkili partilerinde örgüt içi demokrasi fazlasıyla eleştirilen İttihad ve Terakki'nin bir hayli gerisine düşmüş ve liderin göstereceği yolu takibe indirgenmiş durumdadır. Parti idarecilerini, yasama meclisi adaylarını, yerel yönetimleri "lider"in belirlediği, program ve düşüncelerin yerini onun tercih ve yorumlarının aldığı bir ortamda "demokrasi," doğal olarak, sınırlandırılmaktadır. Partilerin oligarşik yapılanmaları ise sınırlı demokrasinin bir kat daha sınırlandırılmasına yol açmaktadır.
Weber "liderlik demokrasisi"nin "karizma aşınması" nedeniyle sekteye uğrayabileceğini ileri sürmüştü. Ancak günümüzde medya desteğiyle karizmanın "inşa" ve "tahkim" edilebilmesi nedeniyle, liderlerin gerçek "karizma"ya ihtiyaçları kalmamıştır. Aşınan "karizma" medya aracılığıyla kolaylıkla tamir edilebilmektedir. Karizmanın "tamir edilemez biçimde zedelenmesi" durumunda ise sistem "yeni lider" üretmekte ve onun karizmasını inşa etmektedir.
Bugün "lider-demokrasi" ilişkişi açısından, Tek Parti dönemi istisnâ edilirse, son yüz yılın en kötü noktasında durduğumuz ortadadır. Sorun bir partiye özgü değil yapısaldır. Kendini yeniden üreten bu yapılanma demokratik gelişim önünde ciddî bir engel haline gelmiştir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA