Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Siyaset alanını sahiplenebilecek mi?

Geçirdiğimiz zor süreç ve yaşanan acılar siyasetin kurumsallaşmasını tamamlayarak alanına sahip çıkmasının önemini gözardı etmemize neden olmamalıdır

1 5 Temmuz darbe girişimi "siyaset"in kurumsallaşması alanında önemli bir eşiğin aşılmasına neden olmuştur. Bu süreçte kendisini uzun süre "siyaset"in değil bürokratik vesayetin temsilcisi olarak gören, 1960 darbesini "devrim" biçiminde kavramsallaştıran, özerk kurumlar yardımıyla siyasetin alanını daraltan anayasayı "sosyal devlet" ilkesini zikretmesi nedeniyle "ilerici" bulan, askerî müdahaleleri "yararlı" ve "zarar" biçiminde sınıflandıran Cumhuriyet Halk Partisi'nin kanlı girişime karşı tavır alışının altı çizilmelidir.
CHP, Talât Aydemir'in 1962-63 girişimlerine de karşı çıkmış, 12 Mart müdahalesi sonrasında ise merhum Bülent Ecevit'in liderliğindeki bir grup, parti genel başkanının muhtıracılarla işbirliği yaklaşımına muhalefet etmişti. Ancak "kötü" darbelere yönelik bu eleştiriler partinin "iyi" darbeleri "devrim" olarak kavramsallaştırma yaklaşımı ile onun asker destekli bürokratik vesayet rejiminin siyasal yapılanması olması olgusunu değiştirmemişti.
Bu açıdan değerlendirildiğinde CHP'nin "darbe"ye bir "siyaset kurumu" olarak, "iyi/kötü" ayrımı yapmadan, "darbe" olduğu ve "siyaset"i hedeflediği için karşı çıkışı son derece önemlidir. Bu, "siyaset"imizin 1908'den beri bir türlü aşamadığı bir eşiğin geride bırakılması, kurumsallaşmasını tamamlaması anlamına gelmektedir.

Bürokrasi temsilciliği
İttihad ve Terakki, "İnkılâb-ı Azîm" sonrasında kendisi ile Osmanlı Ordusu'nun rejim düşmanlarını ezecek bir ittifak oluşturduğunu iddia etmişti. Gerçekten de imparatorluğun son on yılına damga vuran "Cemiyet-i Mukaddese" kendisini "siyaset"in aracı olmaktan ziyade askerî ve sivil bürokrasinin temsilcisi olarak görüyordu. Örgütün, buna itiraz ederek onu "doğrudan siyaset" yapmaya davet eden muhaliflere verdiği cevap ise gerekirse müttefiki olan "ordu"yu kullanarak iktidarı elinden bırakmayacağı oluyordu.
Çok partili hayata geçiş sonrasında benzer yaklaşım siyasetin iki temel kutbundan birisini oluşturan Cumhuriyet Halk Partisi tarafından benimsenmiştir. Bu açıdan bakıldığında bu kurum hakkında muhalifleri tarafından dile getirilen "CHP+Ordu=İktidar" formülü gözardı edilmesi zor bir ittifakı dile getiriyordu. Siyasetin bir kanadının kendisini, son tahlilde "siyaset" yerine "bürokrasi"nin temsilcisi olarak görmesi ve onun adına iktidara ortak olmaya çalışması ise "siyaset"in kendi alanını sahiplenmesini önlüyordu.
Dolayısıyla CHP'nin diğer siyasal partilerle birlikte "darbe"ye karşı çıkması ve "siyaset" adına ortak hareket içinde yer alması yeni bir dönemin başlaması anlamına gelmektedir. Şüphesiz bu yaklaşıma CHP tabanının marjinal ama kamuoyunda etkin kesiminden eleştiri getirilecektir; buna karşılık parti yönetimi ile örgüt çoğunluğunun "siyaset" ile "bürokrasi temsilciliği" arasında seçimini yapmasının önemi küçümsenmemelidir.
Kurumsallaşmasını oldukça ağır biçimde, bir asrı aşan bir sürede tamamlayan "siyaset"in bundan sonra atacağı adım ise "kendi alanını sahiplenme" olacaktır.
15 Temmuz akşamı mecliste temsil edilen partiler tarafından başlatılan bu süreç, üç partinin resmen temsil edildiği, diğerlerinin de tabanlarının katıldığı Yenikapı toplantısı ile tahkim edilmiştir. Bu sürece "hangi parti kazanç sağlıyor" ya da "muhalefet kullanılıyor mu" sorunsalları çerçevesinde yaklaşmak onun önemini kavrayamamaktır. Kanlı darbe girişimi, siyasal aktörlere kendi "kırmızı çizgileri"nin ötesinde "siyasetin çizgileri"ni sahiplenmenin gerekli olduğunu göstermiştir.

Alan sahiplenince
"Siyaset aktörleri"nin farklı yaklaşımlarına karşılık "bir kurumun parçaları" bilinciyle hareket edebilmeleri ve kendi alanlarını sahiplemeleri, yeniden yapılanma ve vesayetten âzâde, katılımcı bir demokrasinin inşa edilebilmesi alanında önemli bir fırsat sunmaktadır.
Bu fırsatın hebâ edilmemesi, bugüne değin kırmızı çizgilerinde ayak direyen aktörlerin darbe ürünü olan 1982 Anayasası yerine geçecek, birey ve özgürlükler temelli bir toplum sözleşmesinin kaleme alınması ile başlayacak inşa sürecini hayata geçirmeleri gerekmektedir, ki bu alanda çalışmalara başlanmıştır.
Bu faaliyete HDP'nin de dahil edilmesi yerinde bir karar olacaktır. Bu parti, toplumun "Türkiyelilik vaadi" üzerinden açtığı krediyi kötüye kullanması, terör ile arasına mesafe koyamaması ve "ya özerklik ya iç savaş" siyasetine destek vermesi nedeniyle derin hayâl kırıklığı yaratmıştır. Ancak "siyaset" bir "kurum" olarak kendi alanını sahiplenirken, HDP de onun önemli bir parçası olarak sürece dahil edilmelidir. Bunun gerçekleşmemesi ciddî eksiklik yaratacaktır.
Söz konusu alan yeniden sahiplenilirken önemli olan "siyaset"in egemen kılındığı, katılımcı mekanizmalara işlerlik kazandırılmasıyla toplumsal taleplere hızlı biçimde cevap verebilme gücü kazandırılmış bir yapının şekillendirilmesidir.
Siyasal aktörlerin uzun süre bunu yapmak yerine "kırmızı çizgi hendekleri"nde detaylar üzerine amansız bir savaş sürdürmesinin ciddî bir bedeli olmuştur. Darbe anayasası ile yönetilmek bunlardan sadece bir tanesidir. Yaşadığımız acı gelişme bu alandaki tıkanmanın ortadan kaldırılması işlevini görmüştür.

Alanın paylaşımı
Siyasetin kendi alanını sahiplenerek girişeceği yeniden inşa faaliyeti, aktörlerinin farklılıklarını korumalarına karşılık, ayrıntılarda boğulmadan temel çerçeveler üzerinde uzlaşmasıyla başarı kazanabilecektir. Örneğin, sosyolojik temelli "kırmızı çizgiler" nedeniyle tıkanan yeni anayasa yapımı 1921 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu benzeri detaya inmeyen, buna karşılık post-modern çağ demokrasinin altyapısını oluşturacak bir düzenleme ile aşılabilecektir.
Siyaset alanını bu şekilde sahiplenir ve asırlık eşiğin ötesine geçerse, bu alanın "iktidar"a özgün olmadığını da farkedecektir. Siyasetin bir kurum olarak inşa edeceği yeni düzende söz konusu sahada "seçimi kazanan hepsini alır" sığlığında bir yaklaşımla egemenlik oluşturulması yerine onun paylaşımı gerekmektedir. Kelimenin gerçek anlamıyla bir liberal demokrasinin tesisi için siyasetin kendi alanını sahiplenmesi ne denli gerekliyse bu alan üzerinde tekelci hegemonya yaratılmaması da o ölçüde zorunludur.
Aldığımız sarsıcı darbe sonrasında toplumca geçirmekte olduğumuz zor günlerde siyasetin kurumsallaşma eşiğini aşmasının yaratacağı ivmeyi hayata geçirmek, gelecek için ümidvâr olmamızı mümkün kılacaktır. Siyasetin 15 Temmuz öncesinde bunu başaramamış olması üzücüdür. Ancak onun kurumsallaşarak alanını sahiplenmesinin önemi göz önüne alındığında "zararın neresinden dönülse kârdır" diyebilmek mümkün olabilir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA