Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Nesil yetiştirme

"Birey"in söylem dışında öncelik kazanamadığı, o nedenle arzulanan dönüşümlerin "tektipleştirilenlerin oluşturduğu kitleler" üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığı Türkiye'de "nesil yetiştirme" hedefi gündemden düşmemektedir.
İlginç olan bu "hedef"e ulaşma alanında Erken Cumhuriyet ve onun sosyal mühendislik projeleri ile hız kazanan çabaların günümüze kadar kesintisiz sürmesi, bunların farklı yaklaşımları benimseyen siyasal ve toplumsal örgütlenmeler tarafından savunulmasıdır.
Kendi "doğruları"nı kutsayan, kendilerini yeniden üretmeyi hedefleyen yaklaşımların ideal "nesil"leri farklı özellikler taşımakta, buna karşılık "amaç" değişmemektedir.
Bu büyük çapta siyasetin "mega söylemler" yardımıyla, "ezelden ebediyete sürecek büyük dava"lar biçiminde kavramsallaştırılması ve toplumu "aydınlatma," ona "doğru yol"u gösterme hedefine odaklanmasından kaynaklanmaktadır.
Böylesi bir siyaset anlayışı "birey" yerine "dava neferi" ve "bayrak taşıyıcısı"nın yaratılmasını kutsamakta, "doğru yol"a yöneltme amacıyla farklılıkların törpülenmesini, eleştirinin engellenmesini meşrulaştırmaktadır.
Modern eğitimimizin de bireyi bilgiyle donatma, özgür ve analitik düşünmesini sağlama ve hayata hazırlama yerine onu "şekillendirme" ve "yönlendirme"yi esas alması, ezberci yöntemleri merkezine yerleştirmesi, okul müfredat programlarının yaz-boz tahtasına döndürülmesi, ders kitaplarının sürekli değişiminin aslî nedeni de söz konusu "nesil yetiştirme" kaygısıdır.

"Nesil" ve otoriterlik
"Nesil yetiştirme"nin değişmez bir hedef olarak benimsenme ve kutsanması onunla siyasal rejim tipi arasındaki ilişkinin de göz ardı edilmesine yol açmaktadır. İlginç olan Türkiye'de tek parti rejimi sonrasında yaşanan hatırı sayılır dönüşüme karşılık "nesil yetiştirme" hedefine atfedilen önemde ciddî bir değişikliğin görülmemiş olmasıdır.
Bu ise otoriter toplumsallaştırma yöntem ve hedeflerinden vazgeçemeyen, daha da önemlisi onları "demokratik" bulan bir anlayışın revaç bulmasına yol açmaktadır.
Bu tespit yapılırken, kişileri biyolojik yaşam biçimlerinden sosyal varlıklar haline getiren süreçlerden birisi olan toplumsallaştırmanın "dozunda yapılması durumunda" demokrasi ile çatışmayan bir süreç olduğunun vurgulanması gerekmektedir.
Kişilerin sosyal değerlerle tanıştırılması, içinde yaşadıkları gerçeklik ve siyasal rejim hakkında bilgilendirilmesi, bunlarla uyumlu vatandaşlar olma yolunda teşvik edilmesi tüm toplumlarda yaşanan bir olgudur. Sorun, bu faaliyetin siyasetin otoriterleşmesiyle paralel olarak "gelecek nesilleri inşa etme" amaçlı bir toplumsal mühendisliğe dönüştürülebilmesidir.
Demokratik toplumlar sosyalleştirme hedeflerini ve aşılanması uygun görülen değerleri sınırlı tutarak tektipleştirme yerine bilgilendirme amacıyla hareket ederken, otoriterleşme dozunun arttığı rejimler toplumsallaştırmayı "kendi başına bir eğitim" haline getirmektedir.
Örneğin Sovyetler Birliği'nde "vospitanie" eğitim olmaktan farklı şekle evrilerek "karakter oluşturma" ve "gençleri devrimi sürdürecek kişilikler"e dönüştürme aracı haline gelmiş, Doğu Almanya'da toplumsallaştırma, Louis Fürnberg'in öğrencilere ezberletilen "Parti, Parti, Parti her zaman haklıdır/Ve hep öyle kalacaktır yoldaşlar" dizelerinde de dile getirildiği gibi "Parteilichkeit" ilkesi çerçevesinde, her zaman, her konuda "doğru"yu bilen gibi bir yapının siyasetlerini gençlere benimsettirme faaliyetine dönüşmüştür.
Burada önemli olan otoriterliğin niteliği değil derecesidir. Örneğin, Jan Myrdal'ın Mao Zedong dönemi köy yaşamı üzerine kaleme aldığı antropolojik araştırma, sunduğu ilginç anekdotlarla okulların nasıl "yeni ahlâkı aşılama ve doğru yolu gösterme merkezleri" haline getirildiğini ortaya koyarken, Richard Wilson'ın Tayvan üzerine çalışması bu ülkedeki "yeni nesli hazırlama" faaliyetinin "aşılanan ideolojinin niteliği dışında" Çin Halk Cumhuriyeti'nden farklılık göstermediğini vurgulamaktadır.

Nesilden bireye
Türkiye, kuruluşundan itibaren "nesil yetiştirme"yi hedef edinmiş ve bu alanda dozu demokrasi ile bağdaştırılması kolay olmayan toplumsallaşmayı araç olarak kullanmıştır. Bu uzun süreçte çok partili hayata geçilmiş, iktidarlar değişmiş, demokratikleşmenin ivme kazandığı dönemler yaşanmış, ama hedef değişmediği gibi onun "aşılamayı arzuladığı değerlerden bağımsız olarak" sorunlu olduğu da görülmemiştir.
Bunun yanı sıra "nesil şekillendirme"nin, son tahlilde, otoriterliği zorunlu kılmakla kalmayarak onun "aktarılmasını" da sağladığı gerçeği de göz ardı edilmiştir. Son dönemde yaşadığımız acı tecrübenin öznesinin "altın nesil yetiştirme" iddiasıyla yola çıkan ve kapsamlı bir sosyal mühendislik projesini hayata geçirme amacıyla kapalı toplumsallaştırma faaliyeti gerçekleştirilen bir yapının ürettiği "nesil" olduğu unutulmamalıdır.
Ayrıca bu tür "geleceğin seçkin kadrolarını yetiştirme" benzeri "sınırlı" hedefler yerine "tüm yeni nesil"i yoğurma, ona şekil verme girişimlerinin uygulamada başarı şansının bulunmadığı da vurgulanmalıdır. Bu alanda aile, toplumsal çevre, arkadaşlar ve bunların ötesinde "zamanın ruhu" çok daha önemli rol oynamaktadır.
Örneğin Doğu Almanya benzeri "yeni nesil yaratma" konusunda uç noktalara giden bir örnekte dahi 1952 ilâ 1963 arasında gençlerin ancak %5'i "inançlı sosyalistler"e dönüştürülebilmiştir. Sadece toplumsallaştırma ile "nesil şekillendirme" mümkün olabilseydi, günümüz Türkiyesi'nde herkes Kemalist, Rusyası'nda herkes Marksist-Leninist olur, Walter Ulbricht'in gençleri 1989'da Berlin Duvarı'nı yıkmazdı.
Her türlü bilgiye anında ulaşıldığı ve bunlar hakkında değişik görüşleri yansıtan sayısız yorumun yapıldığı YouTube ve Twitter dünyasında yalın toplumsallaştırma ile sağlanabilecek dönüşümlerin çok daha sınırlı kalacağı ortadadır.
Dolayısıyla toplumumuzda yaygın destek görmekle kalmayarak kutsanan "nesil yaratma" hedefinin sorgulanması, bunun yerine "birey"i ön plana çıkararak demokratikleşmemize katkıda bulunacak yaklaşımlara yönelinmesi anlamlıdır.
Bu "dozunda" bir sosyalleştirme ile üniversal insanî değerler ile özgün gelenek ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılmasını gereksiz kılmaz. Ancak bu "yoğurma" hedefli katı bir söylemin tek yönlü "aktarım"ı değil farklılıklara saygılı ve iki taraflı bir "iletişim" biçiminde yapılmalıdır.
Bunun gerçekleştirilmesinin ciddî bir paradigma sorgulamasını gerekli kıldığı ortadadır. Buna karşılık "yoğurarak" "genç bizler yaratma"nın, bu süreçte itaat ederek "edilgen" bir rol üstlenmesi arzulanan "yeni nesil"e sunabileceğimiz "hizmet" olmadığının bilincine varabilmemiz bu alanda farklı bir yaklaşımı benimseyebilmemizi mümkün kılacaktır.
"Yeni nesil yaratma"nın "yeni nesil"e sunulan bir "hizmet" olmamanın ötesinde demokratik toplum tasavvuruna ulaşma alanında da ciddî bir engel oluşturduğu unutulmamalıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA