Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Kamusallık ve sınırsızlık

Eğer Gezi Parkı olaylarında yaşananları Ak Parti doğru teşhis etseydi herhalde Türkiye çok farklı yerde olacaktı. Farklı dediğimiz yer de 12 yıldır sürdürülen başarı noktasıdır. Kısa zaman önceye kadar havalarda uçan, kimsenin tutamadığı Türkiye bugün bazılarına göre uluslararası planda iletişime set çeken, Twitter'ı yasaklayan, haberleşmeyi kısıtlayan ülke olarak beliriyor. Ve kabul etmek gerekir ki, ABD'den AB'ye kadar tüm açıklamalar durumun "vahametine" değiniyor.
Diyelim ki, Türkiye haklıdır, yasal planda atılması gereken adımlar vardı ve Twitter bunlara kulaklarını tıkamıştı. Şimdi bu hamlemizin ardından, yel yeperek yelken direk koşturarak gelmiş, Türkiye'nin öne sürdüğü ilkeleri kabul etmiştir. Bu neyi değiştirir? Türkiye o yasal tartışmasını şişikebabı yakmadan, hatta kavurmadan, farklı yöntemlerle de kolaylıkla sürdürebilirdi. Halbuki bu yola başvurunca şu yukarıda değindiğim duruma düştü.
Böyle bir sonucun oluşmasına etki eden iki bağlamdan söz açayım. Öncelikle kamusallık kavramının kazandığı yeni anlamları ve olanakları gözden ırak tutuyor iktidar. Ve çok şaşırtıcı biçimde kamusallığın, bir manada sivilliğin karşısına çıplak bir iktidar tutumu çıkarıyor. Hatta, sert ve ödünsüz bir iktidarla çatıştırıyor sivillik ve kamusallığı.
Oysa Ak Parti tam da bu kesitte, kamusallık ve sivillik kesitinde var olmuştu. Şimdi bu tutumuyla popülist planda güç kazanabilir ama bizzat kendi kitlesinin bu tutumla yaşayacağı kan uyuşmazlığının bir süre sonra ona sıkıntılar açacağını görmüyor. Çatır çatır siyaset yapan, tepki gösteren ve yeni kamusallık, yeni sivillik tavırları geliştiren kitle bu anlayış ve tavırla bir süre sonra doğal olarak zıtlaşacaktır.
İkincisi, iktidar kabulleri üstünden hareket eden Ak Parti kendini istese de istemese de devletle özdeşleştiriyor. Öyledir, siyasal planda, bazı nadir örnekler dışında, devlet iktidar, iktidar devlettir. Bu pozisyona geldiğiniz andan itibaren de devletçi söylemle kendinizi kuşatırsınız. Oysa gene aynı taban, Ak Parti'nin tabanı, bugün eğer Cumhuriyet tarihinin en hareketli siyasal örgütlenmesini yaşıyorsa bunu devlet karşıtı pozisyonuna borçludur. 2002'den, 2007'den, hatta 1994'ten beri devlete karşı adım adım o taban kendi kamusal alanını genişletirken bugün bu tavrı benimseyebilir mi?
Kaldı ki, kamusallık kendiliğinden oluşmuyor. Söz ve iletişimdir yeni kamusallığın yapı taşları. Bugün en ücra köyde bile kullanılan iletişim araçları siyasal modernleşmenin belkemiğidir ve horlanan, taşra diye küçümsenen Anadolulu veya düpedüz geri/ci diye vasfedilen bu kesim, şu söz konusu araçları kullanarak kendisini dışlayan dünyayla eşitlenme imkânı bulabiliyordu. Her şey bir yana, ikinci nokta da budur, tüm bu soyut iktidar kabullerinin ve iktidar içi tutumun ötesinde, galiba bir husus var ki, hükümet gidip gelip ona çarpıyor: yeni iletişim araçlarının manasını kavramamak.
Hükümet, interneti ve onun üstünden kullanılan diğer mecraları klasik devletçi yaklaşımla ele alabileceğine inanıyor. Bu yaklaşım "disipline" etmektir. "Hiza ve istikamet" getirmektir. "Açmak" ve "kapamak" tamamen bu mantığın bir uzantısı.
Oysa onu anlatmaya çalışıyorum, ne Facebook, ne Twitter, ne de bizatihi internet kapalı alanlardır. Alan, mana itibariyle bir sınıra tekabül eder. Oysa bunlar sınırsızlık düzlemleridir. İkincisini de belirteyim: gene alan, bir örgütlülüktür. Alan, o nedenle ölçülebilir ve düzenlenebilir bir mekândır. Oysa sınırsızlık bir kaosa denk gelir. Örgütlenmeyi ve düzenlenmeyi daha baştan reddeder. O kaosun eğer her şeye rağmen bir nizamı olacaksa onu gene kendi kaotik yapısı sağlar. Tartışmalar, karşı çıkmalar...
Kaos bir matematik kavramıdır ve her şeye rağmen ölçülebilir, hesaplanabilir ve hatta "aranır." Asıl korkuncu katastroftur. Aman dikkat!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA