Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Panayot Abacı'ya saygı...

1992 yılı Ocak ayı gibi Atina'da Abdi İpekçi Ödülleri törenine Bakan Fikri Sağlar'ı temsilen katılmaya gittiğimde karşımda gördüğüm Panayot Abacı'yla ilk defa karşılaşıyordum. Ama adının Sait Faik'le ilgili birtakım anılarda geçtiğini biliyordum. Aziz Nesin'in başı çektiği o karmaşık heyette Panayot Bey derhal öne çıkıyordu. Hoşgörülü, yardımsever, ev sahibi gibi davranan, herkesi kucaklayan, mizah yanı çok güçlü ama mücadeleci birisiydi. (Bir gece bana zorla dört top dondurma yedirişini unutmam...) Yanına yaklaşıp, daha bir iki kelime etmiştim ki, 'bırak şimdi beyi paşayı, abi dersin olur biter' dedikten sonra da Panayot Abi oldu. Ne yalan söyleyeyim, ona 'Panayot Abi' derken kendimi eski İstanbul'da yaşayan, gün görmüş birisi gibi hissediyordum. Sonra Bakanlığa telefon etti, birkaç defa. Galiba İstanbul'daki orkestralarla ilgili problemleri çözmeye çalışıyordu. İstanbul Filarmoni'nin genel sekreteriydi. Şimdi, yaklaşık 25 yıl uzaktan anımsıyorum. Adı geçince etrafında bir saygı halesi oluşuyordu.
Derken ben bakanlıktan artık adını yazmak istemediğim o bakan göreve gelince attığı ilk imzayla kovuldum, üniversiteye döndüm, ilişkimiz de bitti. Sonra İstanbul'a taşındım. Bir gün, çok sevdiğim bir Beyoğlu öğlen lokantasında dostum ve yayıncım Osman Akınhay'la yemek yerken baktım, o yemeğini bitirmiş, gidiyor. Hemen ayaklandım. Beni ne kadar tanıdı, doğrusu bilemeyeceğim. Bu söylediğim de bir on yıl kadar önce oluyordur. Gene de müthiş bir ilgi gösterdi ve ertesi gün aynı yerde öğle yemeğine davet etti.
Osman'a bahsettim. Bir 'nehir söyleşi' yapmasını önerdim. 'çok sevinirim' dedi. Ertesi gün buluştuk. Yemek yedik. Eski İstanbul zarafetiyle hesabı kendisinin ödeyeceğini bildirmiş, ben davranınca, sırtımı sıvazladılar, o da hiç öyle para pul hengâmesine girmedi, kahveyi büroda içelim dedi, kalktık gittik. Hemen yan sokaklardan birindeydi yazıhanesi. Oturduk, iki kahve içtik. Koyu sohbete daldık. Eski edebiyatçılardan, bilhassa Sait Faik'ten konuştuk. Kızıyla telefonda görüştü. Artık epey yaşlıydı.
Nehir söyleşi önerisini yaptım. Kabul etmedi. 'Çok insan öldü, ne anlatacağım artık' dedi. Ben asıl onun Türkiye Komünist Partisi'yle ilişkilerini merak ediyordum. Birkaç şey sordum, gönülsüz gördüm. Yapacak bir şey yok, izin isteyip kalktım. Sonra birkaç kez verdiği yazıhane numarasını aradım, ulaşamadım. Ardından da savrulup gittik. O nehir söyleşinin yapılmamasına bugün de yanarım. Dün sabah Oral Çalışlar'ın güzel yazısından vefat ettiğini okudum. Maalesef İstanbul'da olmadığımdan katılamayacağım cenazesi bugün kaldırılacakmış.
Oral, fevkalade bir yazı yazmış. Abacı'nın Orkestra dergisini 53 yıl yayınladığını, 50'den fazla kitap çevirdiğini, Yunanistan ve Türkiye arasında eşiyle birlikte bir kültür köprüsü olduğunu, bütün ailesinin şu veya bu şekilde göçmesine rağmen kendisinin 15 günden fazla İstanbul'dan uzak kalamadığını, çocuklarının burada yaşadığını ve yaşayacaklarını yerli yerinde belirtmiş. Müthiş bir portre çıkıyor Abacı'dan. Siyaset, kültür ve kent çizgisinde gelişen bir öykü. 93 yaşında bir insan, bunca şey yapmış, yaşamış, fon İstanbul-Atina... Daha ne olsun?...
Ne kadar üzücü bir ülke burası demekten şimdi kendimi alamıyorum. Küçük bir çevre tanıdı Panayot Abacı'yı. Bunca kültür emeği, insan sevgisi, çaba bu kadarla sınırlı kalmamalıydı. Abacı('nın) bugün bir kültür anıtı olmalıydı, adı en önemli ödüllerle buluşmalıydı. Buradan öneriyorum. Ölümü hiçbir şeyi değiştirmez. Edebiyat, kültür çevreleri de, müzik çevreleri de onun anısını onurlandırmalıdırlar. Ben anısını saygıyla, sevgiyle yad ediyorum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA