Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NURULLAH GÜR

Türkiye’nin uluslararası sermaye ile serüveni

Notumuzu düşük gösteren kredi derecelendirme kuruluşlarının tutumunun pozitife dönmesi uluslararası sermaye girişlerini hızlandıracaktır. Bu konuda temkinli olmakta fayda var

Kredi notunu hak ettiğimizden düşük gösteren derecelendirme kuruluşları ve getiri potansiyelimizi uzun süre göz ardı eden uluslararası yatırım bankaları, son haftalarda Türkiye ekonomisine dair politik ve ideolojik tutumlarını yumuşatmaya başladı. Kredi notları henüz artırılmasa da görünüm değerlendirmeleri pozitife dönüyor.
Türkiye'nin "oyuna döndüğü" yönünde raporlar yayınlanıyor. Bu gelişmeler, zaman içinde uluslararası sermaye girişlerinin hızlanmasına yol açacaktır. Uluslararası sermaye Türkiye'nin enflasyonla mücadelede kararlı ve samimi olduğuna inandıkça, sermaye girişi kendini hissettirecektir.
Tüm gelişen ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'nin de uluslararası sermaye girişine ihtiyacı var: Rezervleri güçlendirmek, cari açığı daha sürdürülebilir biçimde finanse etmek ve yeni yatırımlara kaynak bulmak için. Ancak, yabancı yatırımcıların elinde sihirli değnek olduğunu ve uluslararası sermayenin her koşulda ülkelerin ekonomik gelişimine katkı sunduğu gibi bir yanılgıya kapılmamak gerekiyor. Bunun böyle olmadığını gösteren yığınla bilimsel çalışma var. Finansal küreselleşmenin en büyük savunucusu IMF bile bu gerçeği geç de olsa kabul etti.



STRATEJİK VE SEÇİCİ YAKLAŞIM
Uluslararası sermayeye karşı ne aşırı kucaklayıcı ne de düşmanca bir tutumda olmak lazım. Konu uluslararası sermaye olunca temkinli olmakta fayda var. Özellikle şu hususlara dikkate etmeliyiz:
*Tüm dünyada uluslararası sermaye, 2000'lerin başındaki kadar bol ve ucuz değil. Ve aynı zamanda eskisi kadar serbest dolaşmıyor. Jeopolitik gelişmeler ve yükselen milliyetçilik dalgası uluslararası sermaye akımlarını kaçınılmaz olarak etkiliyor. Dolayısıyla, sermaye girişlerinde bir anda çok yüksek hacimler beklemek gerçekçi olmayabilir. En azından kısa ve orta vadede.
*Uluslararası sermaye yüksek miktarda ülkeye girse dahi bu kaynakları verimli alanlara yönlendirmeden, kontrolsüz bir kredi genişlemesiyle ekonomik büyümeyi istikrarlı ve kaliteli biçimde arttıramayız. Bunu yapabilseydik, 2005-2013 arasında başarırdık. Kişi başına milli gelirimiz de 25 bin dolar olurdu.
*Uluslararası sermayenin ülkeye ne kadar giriş yaptığı önemli olmakla birlikte, asıl fark yaratan unsurlar; sermayenin ne kadar uzun süre ülkede kaldığı ve paranın ne derece katma değerli ve üretken yatırımlara yönlendirilebildiğidir.



Türkiye, 2000'lerin başından 2010'ların ortasına kadar uluslararası sermaye akımlarını başıboş bıraktı. Bu dönemde ekonomik büyümemiz sermaye girişine aşırı bağımlı hale geldi. Bugün şartlar farklı. Sadece biz değil, küresel finans ortamı da değişti. Sermaye eskisi kadar ucuz olmamasının yanı sıra yabancı sermayenin gelişen ülkelere yatırım iştahı da eskisi kadar yüksek değil.
Ülkeler de uluslararası sermaye hareketlerini tamamen serbest bırakmak yerine, sermaye girişlerini akıllıca yönetme eğilimindeler. Uluslararası sermayeyi yönetmek bir sanattır. Attığımız her adımın stratejik ve seçici olması gerekiyor.

***

TİCARET SAVAŞININ KAZANANLARI VE KAYBEDENLERİ

Bazıları Donald Trump'ın ardından ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının sona ereceğini düşünüyorlardı. Başkan Joe Biden, ticaret savaşını sona erdirmek şöyle dursun, savaşta yeni cepheler açtı. Haliyle ticaret savaşına olan bilimsel ilgi de arttı. Akademisyenler yeni verilere ulaştıkça ticaret savaşının ilk sonuçlarına dair yapılan bilimsel çalışmaların sayısı da artıyor. Veriler, ticaret savaşının başlangıcından bu yana ABD'nin toplam ithalatının arttığına ama bir taraftan da ithalatın ülkeler bazındaki kompozisyonunda değişim yaşandığına işaret ediyor. Çin'in ABD'nin ithalatındaki payı, yaklaşık 5 puan düştü. ABD, bu açığı başka ülkelerle yaptığı ticaretle kapattı. Vietnam ve Meksika gibi ülkeler, bu noktada ticaret savaşından kârlı çıktılar. ABD'nin Çin'e karşı uyguladığı tarifelerin etkilediği sektörlerle diğer sektörler arasında bir karşılaştırma yapıldığında ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor. Türkiye'nin ABD'ye yaptığı ihracat, Çin tarifelerinin konu olduğu sektörlerde diğer sektörlere kıyasla daha hızlı büyüyor. Tarife artışı yaşayan ürün gruplarında Türkiye'nin Çin'e ikâme olabilecek bir üretim yelpazesine sahip olmanın avantajını yaşadığını görüyoruz. Romanya, Vietnam ve Tayland da böyle bir fayda elde etmişler. Ukrayna, Mısır, İsrail ve Kolombiya gibi ülkeler ise ticaret savaşının doğrudan tarafı olmasa da bu işten zarar görmüşler. Çünkü bu ülkeler, Çin'in ABD'ye sattığı ürünlerde ikâmeci değil tamamlayıcı bir role sahip. Tarife artışları Çin'in ABD'ye ihracatını olumsuz etkileyince, Çin üretimini tamamlayan bir sanayi yapısına sahip bu ülkeler de bu işten zararlı çıkmışlar.



ARKADAN DOLANMA
Çin, ticaret savaşından daha az etkilenmek için farklı stratejiler uyguluyor; Amerikan pazarına üçüncü ülkeler üzerinden erişmek gibi. ABD, ithalat yoluyla Çin'e doğrudan bağımlılığını azalttı. Ama Çin, Japonya hariç ABD'nin en büyük ithalat ortaklarındaki pazar payını artırmış. Örneğin, 2017'de Meksika'nın toplam ithalatı içerisindeki Çin'in payı yüzde 17,6 iken, bu pay 2022'de yüzde 19,6'ya yükselmiş. Kanada, Almanya ve Vietnam gibi ülkelerdeki Çin'den gelen ithalatın ağırlığında da benzer artışlar var. Bu veriler, Çin'in ABD'ye satacağı bazı malları doğrudan değil de tarifelerden kaçmak için tedarik zincirleri içerisinde diğer ülkeler üzerinden sattığına işaret ediyor. Oldukça dinamik bir savaş ile karşı karşıyayız. Her iki ülke de birbirini alt edebilmek için farklı stratejiler uygulamaya çalışıyor. Ticaret savaşı daha çok su kaldırır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA