Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

En güzeli kitaptı...

Yayıncılık artık bütünüyle elektronikleşecek ya da herkes kendi kitabını basabilecek. Yayınevleri olacak, ama bugünün koşullarında değil

Kaç zamandır yazmak istiyordum, fakat bir türlü fırsat bulamıyordum. Oysa ince bir kanama içimde derinden derine devam ediyordu.

***

Bir süre önce Paris'e gittim. Benim için Paris'te ev gibi olan o nefis Village Voice kitapçısına doğru, bir akşamüstü yürümeye başladım. Her defasında bana zevk veren Princesse sokağından geçiyordum. Etrafıma bakındım, bildiğim yerler teker teker kapanıyordu, kapanmıştı. Her geldiğimde bir tanıdık dükkanın ortadan kalktığını, tanıdık kafelerin bile çok şatafatlı Amerikanvari mekana dönüştüğünü görüyordum.
Ansızın Village Voice'u yerinde bulamayacağım endişesine kapıldım. Neyse ki, güzel levhasını gördüm.
Dostum Michael Neal yerindeydi. Her sultani İngiliz gibi göbeğini büyütüyordu ve dehşetli zekasının bütün ışıklarını saçan gözleriyle bakıp beni görünce oralı olmuyormuş gibi önündeki işe dönüp "Seni hâlâ hatırlıyorum," dedi, sonra da her defasında yaptığı gibi beni daima güldüren sorusunu sordu: "Kabilen nasıl?" Üç-beş laf ettik, güldük, gülüştük ama benim aklımda hâlâ o soru: Bunlar bu işi sürdürebilecek mi?
Nihayet o meşum soruyu ucundan sordum, suratı birden değişti, hüzünlendi, o adam gitti, yerine bir başkası geldi ve "Yok," dedi: "Artık her şey bitti, temmuzda dükkanı kapatıyoruz.
Haziran'ın 16'sında büyük bir parti vereceğiz.
Daha fazla dayanmamıza olanak yok. Dünya değişti. Sen de şimdi git yukarıda bak kitaplara, zaten biraz bir şey ayırmıştım, e-mail yazıp haber verecektim; istediğin her şeye yüzde 30-40 indirim yapacağım."
Biliyordum, bekliyordum ama gene de içimde bir şeyler yıkıldı. Nedense her şey silindi de "İstediği kitapları alsın, hesaba yaz, ben iki ay sonra geldiğimde ödeyeyim," diye 19 yaşında bir genç olarak ilk kez evden ayrılıp Paris'e dil öğrenmeye giden Akın'ı kendisine emanet edişim geldi. Yıllarca, Amazon çıktıktan sonra bile, bulamadığım her şeyi onun temin etmesini istemiştim. Aynı zamanda sahaftı. Bana, bir tür kapanış bildirgesi olarak hazırladıkları yazıyı verdiler. Büyük bir olgunlukla dünyanın değiştiğini, internet ortamından sipariş vererek kitap getirtmenin bu kadar yaygınlaştığı bir ortamda kitapevi işletmenin olanaksızlığından söz ediyorlardı.
İşimi bitirdim, çıkarken her zamanki gibi bir hinoğlu hinlik yaptı; hazırlıklıydım. "Sır tutar mısın, sana bir sır verebilir miyim?" dedi. Yüzüne 'yemem' gibisinden bakınca, "Yani bazı kişilere söyleyebilirsin, hatta söylemen gerekir, onun için sır dedim," diye taşı gediğine koydu.
-Peki...
- Miller'ın Yengeç Dönencesi'ni sever misin?
- Sevmeyen var mı?
- Bende, mevcut kitabın üç katı büyüklükteki orijinal daktilo metninin tamamının fotokopisi var.
- Nasıl olur, neden kimse basmamış?
- Bilmem, Miller kitabı yayıncısına getirdiğinde adam fazla uzun buluyor. 'Git,' diyor: 'İstediğin bir otele yerleş bu kitabı kısalt.' O da gelip otele yerleşiyor, şu yandaki, şimdi kafe olan binaya ve kitabı istediği boyuta indiriyor.
Bir kitap çekti raftan, bir sayfa açtı. Miller, otelin önünde, kapının pervazına dayanmış gülüyor. Bundan daha trajik bir şey olabilir miydi? Artık ne Miller, ne oteli ne de Village Voice var. 30 yıl önce açıldığında bu dükkan, editörler ve yayıncılar cennetiydi. Bütün büyük yayınevleri oradaydı. Teker teker gittiler.
Editörlerin anısı bir tek biraz ötede Odeon meydanındaki Cafe des Editeurs'de yaşıyor.
Gerçekten bir dünya değişiyor.
***

Ardından New York'a gittim. Orada da ev gibi uğradığım kitapçılar vardır. Bu defa Soho bölgesinde kalıyordum. McNally Jackson kitapçısına aynı yürek çarpıntılarıyla gittim. Eh, koskoca Borders bile battıktan ve Barnes &Noble can çekişirken... Neyse ki yerindeydi, Pazar olduğu için kalabalıktı, kafesinden etrafa kahve kokuları dağılıyordu.
Yeni kitapları karıştırdım, birkaçını seçtim, aldım. Hiçbir şeyin bir kitapçıda geçirilen saatler kadar huzur vermeyeceğini düşündüm.
Her zaman yaptığım gibi bazı kitapları açıp kokularını içime çekerek, karakterlerini tayin etmeye çalıştım.
Tam çıkarken nefis, pırıl pırıl bir makine gördüm. Önündeki küçücük bir masaya şahane bir genç kız oturmuş çalışıyordu. Biraz bakınınca 'olayı' çözdüm: Masa başı yayıncılık!
Kitapevi o makineyi almış, dileyene bedava kullandırtıyor. Ayrıca bilgisayarlarına telif haklarını aşmış binlerce kitap yüklemişler.
Gidip, dilediğiniz kitabı, istediğiniz hurufatta, tasarımda, kapakta basıyorsunuz. Masraf elbette size ait. Sonunda bu aşamaya geldik. Bundan sonra herkes 'kitaplı peygamber'. Gelecek itirazları biliyorum ve başka bir şey söylüyorum:
Yayıncılık artık ya bütünüyle elektronikleşecek ya da bu hale gelecek. Elbette yayınevleri olacak, o ağ bir biçimde devam edecek ama bugünün koşullarında değil.
***

Basılı kitap hayatımızdan çıkacak. Çıkıyor da. Bir bakıma mutluyum şu geldiğimiz yerden. Her şey bir bilgisayara sığacak, her şey yanımızda olacak, parmaklarımızın ucunda bulunacak. Az zevk midir? Ama kitaplar ne yazık ki ölecek. Kaldığı kadarı koleksiyonerleri ilgilendirecek. Nitekim bunu gören yayınevleri daha şimdiden kitapları birer 'mükemmel nesne' olarak yayımlıyor. Taschen de Assoulin de böyle yayınevleri. Fransız yayınevlerinin öteden beri bastığı birbirinden çekici kitaplar cabası. Benim de böyle hırslarım var.
Yeni, yani elektronik dünyanın eşiğinde durmak beni eski dünyayı yaşamış birisi olarak burkuyor ama onun çok ötesinde heyecanlandırıyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA