Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Bir yılın kültür macerası

2014'te en çok Calvary filmini sevdim. Refik Halit Karay'ın yeniden yayınlanan ve derlenen külliyatı muhteşemdi. Pascal Quignard'ın metinleri eşsizdi. Tiyatroda Hamlet Makinesi oyunu çok etkileyiciydi

Yılların değişmesini zevkle yaşarım. Her yeni yılın öncekinden daha iyi olacağını bilirim, daha iyi olacağına inanırım. Yeni yıl değerlendirmeleri yapmayı severim. Çünkü genel olarak değerlendirmeleri severim. Anketlerden hoşlanırım. Listelere bayılırım. Nerede görsem, bulsam, eğer değer verdiğim bir yayın organına aitse hele benim için önemli birisi tarafından hazırlanmışsa kaçırmam mutlaka okurum. Gene de, belki şaşırtıcı gelecektir ama, içlerinde en az sevdiğim Proust sorgusu denendir. Avrupa'da çok etkilidir ama ben sevmem. Nedeni fazla soyut olmasıdır. Bir önemli yazarın verdiği cevapları dikkatle okurum ama ne yapacağım diğer insanların ne düşündüğünü? Daha çok içinde somut öneriler saklayan anketlerden zevk alırım.
Son zamanlarda en çok, haydi adını vermemeyim, bir dergide yayınlanan ne yediniz, ne içtiniz, nereye gittiniz, hayatta ayrılamayacağınız, kopamayacağınız şeyler nelerdir gibi soruların sorulduğu o anketi seviyorum. Bazen kızıyorum. Fazla kişisel ve snop buluyorum. Herkesin hayatta daha mütevazı olma zorunluluğu var. Ben de bu düşünceyle o anketi şu yeni yılın ilk yazısında kendime uyarlamaya karar verdim. Hepsi geçen yıla ait olmak üzere kültürel hayattan bana kalanları okurlara sunmak istedim. Her alanda bir, bilemediniz iki, üç şey seçtim. Benim gibi kültürel iştihası hayli kabarık birisi için zor ama ne yapayım, böyle. Buyurun.
Geçen yıl en çok Calvary isimli filmi sevdim. Batı sineması artık Hollywood etkisi altında. Hollywood da ilginç filmler yapsa bile kendi kendisini tekrarlıyor. Derin bir insanlık sorgulamasını, bütün kültürel birikimi ve geçmişiyle birlikte yansıtan filmler 1945- 75 arasında Avrupa sinemasında gerçekleştirildi. Artık neredeyse yok. Calvary öyle bir film.
Ben casus filmlerini severim. İnsan Avı/ The Most Wanted Man çok güzeldi. Fazla bir önemi yoktu. Ama kendisine ait bir iç drama sahipti. Tamam, kabul ediyorum, daha başarılı olabilirdi fakat Coen Kardeşleri yok sayamam. Eski filmlerin hatırına da olsa Sen Şarkılarını Söyle/Inside Llewyn Davis'i zevkle, eğlenerek izledim. Ah, elbette çok isterdim, Woody Allen Babanın Sihirli Ay Işığı/Magic in the Moonlight'ını çok sevmeyi. Hayır, kopmadan izledim, bazen güldüm de, onun tip yaratma becerisine elbette hayranım ama gene de fazla, masalsı buldum. Ama ne yapalım o da artık masalları seviyor. İnsanlar bir çocukluklarında bir de yaşlılıklarında masallara sararlar. Woody Allen da öyle. Gene de saygıyla selamlıyor, bu yılki filmini heyecanla bekliyoruz.
Tabii, gene çok kitap okudum. Gece gündüz okudum. Ben kitapların çocuğuyum. En çok sevdiklerim diye bir tasnif yapamam. Edebiyat metni olarak, kim ne derse desin, Pascal Quignard benim için yaşayan en önemli iki üç isimden biri. Onun İngilizcedeki bütün metinlerini okudum. Bazılarını yeniden. The Roving Shadows, The Silent Crossing felsefe mi edebiyat mı olduğu tartışılacak metinler. Hayranlıkla bağlandım onlara. Sex and Terror, başlı başına bir macera. Türkçede çıkmış, Adı Dilimin Ucunda, Butes, Albucius eşsiz metinler. O dururken Nobel'i Patrick Modiano'nun kazanmasına gel de yanma.

METİN AND'IN MİNTATÜR'Ü MUHTEŞEM
Nazlı Eray
'ın, Aydaki Adam bir fantezi olarak çok güzeldi. Dağın taşın Tanpınar incelemelerine kestiği bir dönemde onun bu defa bir yazınsal metnin kurgu kişisi olarak ortaya çıkışı önemli. Ahmet Büke'nin öykülerindeki minimal yapı ilginçti. Aynı şekilde Faruk Duman ilginç bir metin deniyordu, Köpekler İçin Gece Müziği ile. Semra Topal'ın son romanı her zamankinden daha ilginçti. Onun metinlerine yeniden ve çok ciddi biçimde eğilmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Orhan Pamuk'un romanı Kafamda Bir Tuhaflık'ını henüz okumadım. Bir solukta okumak istediğim için vakit kolluyorum.
Refik Halit Karay'ın yeniden yayınlanan ve derlenen külliyatı muhteşemdi. Türkçe severler için her yazı ballı bir meyveydi. Çeviri romanlar arasında çok gecikerek yayınlanan David Markson'un Wittgenstein'ın Metresi mutlaka okunması gereken bir yapıt. Diğer kitaplarının da, ne kadar zor olurlarsa olsunlar, mutlaka Türkçeye kazandırılması gerek. Edebiyat dışı metinler arasında Metin And'ın yeniden basılan Minyatür'ü muhteşemdi. Ama asıl önemli iki kitap art arda geldi. Birisi, Tarihe Emretmek. Kemalist Türkiye'yi, Faşist İtalya'yı ve Nazist Almanya'yı karşılaştırıyor. Diğeri de bugün yarın çevrilir, Stefan Ihrig'in Atatürk in the Nazi Imagination (Nazi Muhayyilesinde Atatürk) isimli kitabı. Çok şaşırtıcı, hatta çarpıcı. Üçüncü kitap, gene bize dönük olsun, Charles King'in Midnight at the Pera Palace. 1920-30'lar İstanbul'una ait nefis bir inceleme. Büyük bir zevkle okunuyor. O da tez zamanda yayınlanacaktır.
Ama iki kitap, kitap olarak nefis iki kitap. Birisi Hieronymus Bosch'un yapıtlarını en ince ayrıntılarına kadar gösteren muhteşem bir baskı. Günlerce baktım. Diğeri gene öyle bir kitap Masterpieces in Detail: Early Netherlandish Art from van Eyck to Bosch. Kitap ne demektir, bakanlar görürler.
Çok güzel tiyatro yapıtları izledim. Ayşe Emel Mesçi'nin sahnelediği Hamlet Makinesi çok etkileyiciydi. Aynı şekilde Tiyatro Festivali sırasında izlediğim Mesut Arslan'ın sahneye koyduğu Harold Pinter'ın oyunu Aldatma/Betrayal da çok çağdaş, çok yenilikçi, çok dikkat çekici bir yapıttı. Tiyatro buralarda artık.
Çok etkilendiğim bir konser hatırlamıyorum. Ama İstanbul Resitalleri'ni bu kente her ay üflenen bir taze hava olarak görüyorum. Binbir çileyle gerçekleştirilen bu konserler bir mucize. Oturuyorsunuz, ışıklar kararıyor ve müzik her şeyi teslim alıyor. İstanbul'da kutlanacak çok az girişimden biri. Her konseri iple çekiyorum. Gene de Burhan Öçal'ın dört viyolonselle verdiği konseri çok ilginç buldum. Geçen yıldan bana kaldı.
Çok güzel sergiler oldu geçen yıl. Sabancı Müzesinde devam eden Miro sergisine ne denebilir? Ama bu defa tevazunun bir adım ötesine geçip Akbank Sanat'ta açtığımız Marcel Broodthaers sergisini anmak istiyorum. Bu kadar çarpıcı, yaratıcı bir sanatçının çok önemli bir sergisiydi.
Ben koleksiyoner değilim. Olamam da. Ama bu yıl edindiğim Johan Tahon heykelini, hâlâ yeni edinmişim saydığım Wim Wenders fotoğrafını, Giacometti gravürünü, Michael-Craig Martin baskılarını, Kitaj baskılarını çok büyük bir zevkle izliyorum. Şimdi, yalan yok, bir Rembrandt baskısının peşindeyim.
Internet dünyasına bayılmamak mümkün mü? İnsanlığın dönüşümünü sağlayan bir araç o. Orada 1st Dibs'i, Brainpickings'i , Amazon.com'u, Artnet'i mutlulukla, çok şey öğrenerek izledim.
Benden bu kadar.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA