Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BASRİ YALÇIN

Siyasetin yapısal sorunları ve reform ihtiyacı

Türkiye yine dinamik bir süreçten geçiyor. Başbakan Davutoğlu'nun görevini bırakıyor oluşu siyasal tarihimizdeki yerini aldı bile. Belki bu kadar hızlı olması beklenmiyordu ama aslında çok kişi bu tür bir olayla karşılaşabileceğimizi düşünüyordu. Yine de bugün herkes "Ne oldu da bu noktaya geldik" diye sormadan edemiyor. En sonda söylenmesi gerekeni en başta kısaca söylemek gerekirse, buraya geldik çünkü maalesef ülkemizin tuhaf, çapraşık ve işlemeyen bir siyasal sistemi var. Bu sistem bir yamalı bohça ve deli gömleği gibi. Ülkeye dar geliyor. Siyasal aktörlerin birbirleriyle pürüzsüz ilişki kurmasını engelliyor. Kişiler ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bu siyasal sistem ortada olduğu müddetçe, Türkiye siyaseti krizlerle karşılaşmaya mahkûmdur. Bugün yaşanan gelişmeler tarafların birbirlerine olan saygısı ve vefası sayesinde sorunsuzca atlatılmış olmasına rağmen, her zaman ülke bu kadar şanslı olmuyor ve olmayacaktır.
12 Eylül darbesinin sonucu olan 82 Anayasası zaten yürütmeyi kontrol altında tutmak için tasarlanmıştı. Zaman içerisinde siyasetin kendi süreçleri içerisinde yapılan değişikliklerle birlikte içinden çıkılmaz bir hal aldı. Yetki karmaşalarının çoklukla bulunduğu bir sistem haline dönüştü. Böyle bir sistemin altında hareket eden aktörler maalesef bu yapının zorlamalarıyla yüzleşmek durumunda kalıyor. Davutoğlu'nun, Erdoğan'dan aldığı görevi aralarındaki tüm hukuka ve iyi niyete rağmen, 22 ayın sonunda bırakmak durumunda kalması da bunun bir neticesi. Çünkü sistem aktörlerin toplamından fazladır ve aktörlerin arasındaki ilişki ne olursa olsun üzerinde bulundukları yapısal pozisyonlar davranışlarını belirliyor.

Danışmanlıktan başbakanlığa
Davutoğlu bir danışman olarak İstanbul'dan Ankara'ya gittiğinde herkes, özellikle de öğrencileri, akademinin bir yıldızını kaybettiğini düşünüyordu. Ancak onun yıldızı asıl bir danışman olarak parlayacaktı. Kendini çok ortaya atmayan fakat kritik anlarda kritik müdahaleler yapabilen ve ülkenin yönetici eliti üzerinde ciddi bir nüfuzu olan bir danışman olarak dikkati çekiyordu. Göreve aynı dönemde başladığı diğer danışmanların arasından hızla sıyrılıyordu. Gülen yüzü ve mutedil diliyle dikkat çeken danışman dış politikanın mimarı olarak görülüyor ve özellikle dışa dönük açılımın öncüsü olduğu söyleniyordu. Belki de Davutoğlu'nun en etkin dönemiydi bu danışmanlık yılları.
Sonra bakan oldu, siyasete girdi Davutoğlu. Bakanlığı Ortadoğu gerginliklerinin zirve yaptığı bir döneme denk düştü. Çalışkanlığı hep en ayırt edici özelliği oldu. Tam da bu nedenle "güçlü cumhurbaşkanı-çalışkan başbakan" modelinin başbakanı olarak görüldü. Erdoğan cumhuriyet tarihinin en güçlü seçilmiş lideriydi. Çalışkanlığı ile bilinen Davutoğlu'nun bu anlamda iyi bir başbakan adayı olduğu düşünülebilirdi. Yıllar içinde Erdoğan ile olan ilişkileri kendini ispatlamış ve iyi yürüdüğünü göstermişti. Bu nedenle Özal-Yılmaz ve Demirel-Çiller modellerinden farklı olduğu da düşünülebilirdi. Fakat sistem bir kez daha ilişkilerin toplamından ibaret olmadığını gösterecekti.
Kurumsal olarak başbakanlık koltuğu güçlü bir koltuktur. Diğer taraftan Erdoğan gibi tarihi bir şahsiyet ve halk oylamasıyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı da çok güçlü bir siyasal aktördür. Böyle bir ilişkinin yürütülebilmesi tabii ki kolay değildi. Fakat Davutoğlu zorlukların aşılabileceğine olan inancıyla güçlü başbakan ve güçlü cumhurbaşkanı ilişkisinin sürdürülebilir olduğunu düşünmüş olabilir. Çünkü Davutoğlu'nun bütün akademik müktesebatının temelinde şartlar ne olursa olsun çalışkan bir aktörün tarihi akışı dönüştürebileceği fikri vardır. Bu anlamda Davutoğlu çalışkan ve iyi niyetli bir aktörün iradesinin kaderi yeniden yazabileceğine inanır. Bu nedenle durum ne olursa olsun, Davutoğlu muhtemelen bu ilişki biçimini yürütebileceğini düşünüyordu. Halbuki "güçlü cumhurbaşkanı ve güçlü başbakan" şeklinde bir model paradoksal olarak sorunlu bir ilişki biçimidir. Yani yapısal olarak yürütülebilir bir ilişki biçimi değildir. Geldiğimiz noktada sistemik sorunlar bir kez daha kendisini hissettiriyor.

Sistem sorunu
Görünen o ki bu mesele suhuletle atlatılmaktadır. Davutoğlu, Erdoğan'la ve AK Parti ile olan hukukuna herhangi bir halel gelmeyeceği ifadeleriyle görevden çekiliyor. Fakat her zaman ülkemiz bu kadar şanslı olmayabilir. Bu bozuk sistem ortada oldukça siyasal aktörler ne yaparlarsa yapsınlar sistem kendi kronik çelişkileri nedeniyle periyodik krizler yaratmaya devam edecektir. Böylesi durumların önüne geçmek için bugün bir şansımız var. Sistemin içerisinde yüzde elli civarında oy alabilen bir hâkim parti ve bu partinin siyasal sistemi düzenleme iradesi mevcut. Aslında tam bu anlamda Türkiye artık içinden geçtiği son on beş yıllık reform sürecini tamamlamak zorundadır. Türkiye'deki sosyo-ekonomik dönüşüm son on beş yıldır yaşanan siyasal dönüşümün kaynağıdır. Ve artık bu siyasal dönüşümün kurumsallaşması ve kendi düzenini kurması gerekir. Yeni düzen yeni anayasa demektir. Ülkenin içinden geçtiği bu tarihi süreçlerde gerçek anlamda bir parlamenter sistem bile olmayan bu sistemin yerine siyasal istikrarı sağlayacak bir sistemin kurulması gerek. Başkanlık sistemi tartışmaları tam da bu anlamda Türkiye'nin öncelikle odaklanması gereken meselelerin başında gelmektedir. Türkiye geriye bakmak yerine ilerlemek istiyorsa, bir an önce bu siyasal sistem sorununun üstesinden gelmek zorundadır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA