MAYMUNLUĞA RAZI BABALAR:
Yeni, modern, şehirli babalarda bir de bu haslet var: Bir hayvana öykünme. Bu babalar, çocuklarının esas olarak maymunu, duruma göre de balinası, yunusu, köpekbalığı, köpeği, atı, eşeği oluyorlar. Kulu, kölesi. Dürtüp kulağına fısıldayasın geliyor: Bu kadar hırpalanmasan da sevecek seni.
KÜRŞAT TÜZMEN KORSESİNDEN MEDET UMANLAR:
Bu kadar yıl oldu, bu kadar haberi yapıldı, bu kadar dalgası geçildi. Mideyi içeri çekince, göğüs dışarı çıkıyor ve bunun karşı taraftan anlaşıldığını anlamamak biraz saflık oluyor.
KÖSELE TABANLI CAMBAZLAR:
Her boy, her şekil taşın üstünde sanki bulutların üstünde yürüyormuş rahatlığında sekenler... Taşlar bunların ayağına hiç batmaz, denizden çıkarken o yamru yumru çakılların üstünde sendeledikleri görülmemiştir. Hayran olmamak elde değil.
İSKELE BABALARI, MERDİVEN DAYILARI:
İskelede mutlak egemenlik kuran böyle bir tür var: İskele babaları, merdiven dayıları. En işlek noktaya mütecaviz biçimde yayılıyor, merdiven denizden çıkmaya yarayan bir aparatmış umursamadan üstüne tünüyorlar. Hafif yollu terslediğinizde, bir de babalanıyor, dayılanıyorlar. Kalabalıklarsa, geçmiş olsun.
SÜZME YOĞURTLAR:
Bodrum'da, Çeşme'de değil de, mesela Assos'ta rastlanıyor bunlara. Güneş yüzü görmemiş, biraz veremli gibi, Ezine peynir diyemeyiz çünkü fazla yumuşak ve hassas ciltleri, süzme yoğurt gibiler. Tabletten değil, eski usül kitaptan okurlar, neredeyse mutlak özellikleri bu. Şemsiyenin, ağacın altından çıkamaz, denize kolay giremezler. Uzun uzun ufka dalar, denizi elbette ki hep serin bulur, girmeden önce merdivenin son basamağından inip kollarına deniz suyu sürerler! Akademik kariyer, sürpriz değildir.
SABAHIN İLK HOROZLARI:
Sabahın körü, 08:00'de, 7:30'da, 07:00'de, sonra coşarak 6:50'de, en son 6:40'da kalkıp denize girenler. Kendisinden önce girene sinir olanlar. Bunların çoğunun anne-babası 1930'lar Alman ekolü, 'Fit olalım, sağlıklı olalım, sportmen olalım'cılar, Boğaz'ı yüzerek geçenler. Var genetik diye bir şey!
STİL YÜZÜYOR SANIP DENİZİ DAĞITANLAR:
İnsanın dışarıdan kendini seyredemiyor olması çok acı. Yoksa yapmazlardı. Normal bir şekilde yüzmek için bu kadar enerji harcamak, su sıçratmak, denizi alt üst etmek gerekmediğini görürlerdi. Yarışıp bu kadar köpük çıkarmak 16 yaşından büyüklere yasaklansa, böyle komik hallere düşmezlerdi.
GÜNDEM BEKÇİLERİ:
Sözcü'nün manşetleri çizgi ve seviyesindeki siyaset bilgilerini paylaşmaya öyle hazırlar ki. 'Şerefsiz', 'pezevenk', 'satılmış', 'haysiyetsiz', 'yalaka' sıfatlarıyla süsledikleri siyasi analizleri, kafanız iyiyse mizah yerine kullanılabilir. Ama dikkat: Günde beş cümleden fazlası, 12.00-16.00 güneşinin kafanıza geçmesine denk tehlikede!
'BENİM CANIM'CILAR:
Yalan Dünya Selahattin'den önce de vardılar, sonra da olacaklar. "Güzelim", "Canım", "Güzel kardeşim", "Canımın içi", "Yavrum", "Yavrucum"la başlar, "Kap gel bana bi tane", "Getir bakıym ordan", "Uç hemen şuraya" diye devam eder. Emir kipi, hitapla laubalileştirilir. Üç günden sonra bir daha görüşülmeyeceği aşikar olanlar "birtanem" ise, daha yakınlara ne dendiği merak edilir.
SABAHIN KÖRÜ TAVLACILARI:
Oyuncular. Kumarcılar. Kağıtçılar. Esas olarak da tavlacılar. Peki kaç gibi çıkar bunlar piyasaya? Öğleden sonra? İkindi vakti? Akşam yemekten sonra? Sabah kahvaltıdan önce? Yok artık demeyin. Sabah 08.00 tavlacılarının sayısı da meğer az değilmiş. Afyon patlamadan niye böyle bir mesaiye girişilir, anlamak zor.
VİTRİNDEN BALIK SEÇEN AĞIRCANA ABİLER:
Balıkların sergilendiği vitrinler ve de tesise yeni gelen balıklar oluyor ya, bir de bunlarla herkesten daha fazla ilgili bazı ağır abiler oluyor. Poz abiler. İşletmeci, garson, bunların kokusunu alıp gıdıklıyor. Sonra gelsin karşılıklı bir oyun. Kaç gram, kaç kişi, kaç para? Nasıl pişsin, kaçta gelsin? Gündüzden bir akşam telaşı ki, of. Bazen bu tipler arasında da bir rekabet doğuyor: Büyük balık kimde kalacak, dolayısıyla asıl büyük balık kim?
ZIPKINI, CANI OLANLAR:
Her suda ama en iddiasız, en bereketsiz suda bile balık arayan bir kitle var. Havuza bile bir ümitle giriyorlar. Alet edevatı kenara dayıyorlar. İki saat denizde dolaşıp artık buruşup titreyerek sudan çıktıklarında, zıpkının ucunda minik bir balık sallanıyor. Gururla hüzün, mahcubiyetle zafer, doğa sevgisiyle mutfak bilgisi birbirine dolaşıyor.
KIZINA 'YEĞEN' MUAMELESİ YAPANLAR:
18 yaşındaki kızını asansörde öpenin, kızı 40'ına geldiğinde en çok 40 yaş kadınlarını seksi bulduğunu bangırdatanların, plaj versiyonu olmaz mı hiç... Küçük kızına "dondurmam" diyen, "aşkım", "bebeğim", "babacık" diyene havada karada tercih edilir. Ama rüştünü ispat etmiş kızını kucaklayıp denize atanlar, 'anne'yi her seferinde sahilde bırakıp baba-kız su fantezilerinin dibine vuranlar, zaten kendi başına netameli olan babalık-kızlık münasebetini, iyice zorlaştırmıyor mu?