Dan Brown'ı seversiniz ya da sevmezsiniz ama bir gerçek var ki ondan kaçış yok. Yazdığı kitapların rüzgarı bir şekilde size de çarpıyor çünkü. Onu dünya çapında yıldız yazar haline getiren Da Vinci'nin Şifresi'nin sinema uyarlaması sonrasında önce Melekler ve Şeytanlar'ın şimdi de Cehennem'in sinema macerası, Prof. Robert Langdon'ı adeta Indiana Jones vari bir karakter haline getirdi. Artık şunu diyebiliriz: Dan Brown yazar, Ron Howard çeker, Tom Hanks de başrol oynar ve biz her macerada tıpkı Indiana Jones'ta olduğu gibi tarihin, gizemlerin, şifrelerin arasında geçen olayları izler buluruz kendimizi. Tabii Langdon'ın bilim insanı olması maceralara bir bilimsel hava katmıyor değil. Jones'a göre daha rasyonel, bilgiyle hareket ediyor. Her macerayı bir aşkla taçlandırmıyor. Aksiyonel yetenekleri neredeyse yok! Ama Jones gibi her macerada birkaç defa ölümden dönüyor! Cehennem'de Langdon, insanlığın nüfus artışının, dünyaya zarar verme potansiyelinin arttığını düşünen ve bunun için nüfusu yarı yarıya düşürmeyi hedefleyen akıllı ama psikopat bir adamın oyununu bozuyor. Dante'nin İlahi Komedya kitabının Cehennem bölümünden ilhamla kurgulanan roman ve doğal olarak film Floransa'da başlayıp Venedik'e uzanan ve İstanbul'da sonlanan bir maceraya ortak ediyor bizi. Ama bu hikayenin temelinde akıllı mı akıllı olan kötü adamın, neden meseleyi bir sistem sorunu olarak ele almadığını ve insanlığı topyekün suçladığını anlamak gerçekten çok zor! İşte hikayenin temelindeki bu perspektif sapması nedeniyle film bir türlü inandırıcı olamıyor. Ve sinemada defalarca işlenen virüs tehditli filmlerden biri haline getiriyor. Tabii bunda Da Vinci'nin Şifresi ya da Melekler ve Şeytanlar'daki gibi entrikanın tarihsel kökenlerinin olmamasının da payı olabilir. Ama Da Vinci'nin Şifresi'nin senaristi Akiva Goldsman'ın Melekler ve Şeytanlar'la birlikte çalıştığı David Koepp'a koltuğu tamamen bırakmasının da bir etken olduğunu düşünüyor insan. Koepp'un karakterlerin motivasyonlarını üstün körü geçen senaryosu, düğüm noktalarında hiç de soğukkanlı değil. Ayrıca diğer iki filme göre aksiyona daha fazla yükleniyor. Bu da Cehennem'in elini zayıflatıyor. Tabii bu aksiyon ağırlığı Tom Hanks'in performansına da yansıyor. Hanks aksiyonel bir karakteri taşımakta zorlanıyor. Netice itibariyle Cehennem, Dan Brown uyarlamalarının en zayıf halkası. Ama içinden İstanbul geçtiği için bizim için bir artısı var filmin. Ron Howard, oryantal bakışa tamamen teslim olmadan tarihi yarımada üzerinden pozitif bir Türkiye portresi çizmeye çalışıyor. Ayasofya Camii, İstanbul Üniversitesi, Kapalıçarşı ve tabii Yerebatan Sarnıcı... Ama minareler ve gökdelenlerin iç içe geçtiği genel planlar artık İstanbul siluetinin farklı olduğunun kanıksadığını gösteriyor bize. Finaldeki Yerebatan Sarnıcı'ndaki sahneler ise oldukça. Film sayesinde sarnıça sadece ulusal değil uluslararası ilginin artması muhtemel.
FİLM İÇİN SARNICIN AYNISI YAPILDI
Cehennem filminin çekimlerinin Yerebatan Sarnıcı'nda yapılması planlanıyordu. Ama sarnıcın zarar görme olasılığı ortaya çıkınca Budapeşte'de plato kuruldu ve sarnıcın bir benzeri yapıldı. Özellikle aksiyon sahneleri de burada yapıldı. Dış mekan çekimler ise İstanbul'da...
SİNE-TORTU
'KIZGIN BOĞA' FİLMDE ATAMADIĞI YUMRUĞU TRUMP'A MI ATTI?
Sinema personası boksör olan çok az aktör var. İlk akla Rocky'den dolayı Sylvester Stallone gelir ama Kızgın Boğa'dan dolayı Robert De Niro da ikinci isimdir. Bunun için Hesaplaşma Zamanı filminde iki boksör olarak karşı karşıya gelip (bilgisayar aracılık etse de) kozlarını paylaşmışlardı. De Niro usta bu hafta Demir Yumruk/Hands of Stone filminde ringlere dönüyor ama bu sefer tıpkı Creed Efsanenin Doğuşu'nda Rocky'nin yaptığı gibi antrenör olarak. Gerçek hikayeye dayanan filmde De Niro, boksör Roberto Duran'ın antrenörü Ray Arcel'i canlandırıyor. Ringin kenarında dursa da performansı fena değil. Ama filmin beklentileri karşıladığı söylenemez. Oysa yumruk gibi bir film olmasını ne çok isterdik. Ama çok da dert değil galiba. Ne de olsa De Niro asıl yumruğunu geçen günlerde ABD Başkan adayı Donald Trump'a salladı zaten. "Yüzüne yumruk atmak isterim" derken boksör gibiydi. Fiziksel olarak belki vurmadı ama 'pervasızca aptal', 'serseri' diyerek sözleriyle Trump'ı nakavt etti.
DİKKAT ÇEKELİM
Terry Gilliam'ı nasıl biliriz? Deli dolu, hınzır, isyankar... Otobiyografisi Gilliamesk kitabında yönetmen bizi beyninin içinde dolaşmaya davet ediyor. Kitap Alfa'dan çıktı, duyrulur
NATALİE PORTMAN OSCAR'A ADAY OLURSA ŞAŞIRMAYIN
Suikast sonucu öldürülen ABD Başkanı Kennedy'nin eşi Jacqueline Kennedy'nin yaşadıklarının anlatıldığı Jackie filmi gümbür gümbür geliyor. Şilili yönetmen (kendisini Tony Manero, No ve The Club'la tanırız) Pablo Larrain'in çektiği, Natalie Portman'ın Jacqueline Kenndy'i canlandırdığı film Venedik Film Festivali'nde En İyi Senaryo ödülü aldı. Toronto Film Festivali'nde gösterildi, pek bir beğenildi. 2 Aralık'ta ABD'de gösterime girecek filmin (Bizde henüz gösterim tarihi belli değil) ABD'lilerin hassas oldukları kişiliklerden birini ele alması Jackie'ye önemli bir duyarlılık kazandırıyor. Natalie Portman'ın fiziksel olarak Jacqueline Kennedy'e benzerliği ise herkesi etkilemiş durumda. Portman'ın performasıyla bu benzerliği iyice ete kemiğe bürüdüğü belirtiliyor. Hal böyle olunca Oscar kazanır mı bilinmez ama adaylık kapması şaşırtıcı olmaz! LARRAIN'DEN BİR DE NERUDA FİLMİ
Bu arada Larrain'in gümbür gümbür gelen bir diğer filmi de Neruda. Şili'nin Oscar adayı film ünlü şari Neruda'nın kaçak olduğu bir dönemde onu yakalamak isteyen bir müfettişin hikayesini anlatıyor. Şairin Postacı'dan yıllar sonra tekrar sinemada canlandırılıyor olması filmi özel kılıyor. Belirtelim Neruda Antalya Film Festivali'nde gösterilecek.
8 MADDEDE ANTALYA FİLM FESTİVALİ
1-Her yıl tartışmalarla, ufak ya da büyük polemiklerle başlardı festival. Jüriden, filmlerden, kılık kıyafet meselesinden, yani illa bir şey bulunurdu tartışılacak. Lakin festival bugün başlıyor ama tartışma yok. İşte buna şaşırdık (aman nazar değmesin). Demek ki tartışma çıkmadan da festival düzenlenebiliyormuş.
2-Önce Gerard Depardieu'nun, sonra da Audrey Taotou'nun geleceği açıklandı. Fransız sinemasının dünya sinemasına armağan ettiği iki şahane oyuncu Antalya'da Fransız rüzgarı estirecek. Taotou açılışta, Depardieu ise kapanışta festivalde olacak. Ama festivale hangi Fransız damgasını vuracak bunu zaman gösterecek.
3-Ulusal Yarışma'da bu yıl 12 film yarışıyor. Genelde festivalde çekişme erkek oyuncu kategorisinde olurdu. Bu yıl durum tam tersi. En iyi kadın kategorisinde adayların çokluğu göz kamaştırıyor. Tablo şöyle: Öykü Karayel (Toz), Şebnem Bozoklu (Albüm), Şebnem Hassanisoughi (Siyah Karga), Songül Öden (Rüzgarda Salınan Nilüfer), Funda Eryiğit (Tereddüt), Gizem Erdem (Rüya).
4-Ulusal ve uluslararası yarışma zaten takip edilir. Ama yarışma dışında kalan şu filmlere özel dikkat: Satıcı/The Salesman (Asghar Farhadi), Toni Erdmann (Maren Ade), Kaptan Fantastik (Matt Ross), Mezuniyet/Graduation (Cristian Mungiu), Paterson (Jim Jarmusch), Ben, Daniel Blake/I, Daniel Blake (Ken Loach).
5-Altı kere En İyi Yönetmen ödülünü alarak bir rekora imza atan ve 2003'te festivalin onursal başkanı olan Atıf Yılmaz'a vefasını sunuyor Antalya. Ölümünün 10. yıl dönümü nedeniyle onu bir seçkiyle anıyor. Seçkide Yılmaz'ın sinema tarihimize geçen üç filmi, Mine, Bir Yudum Sevgi, Adı Vasfiye gösterilecek.
6-Yedi Altın Portakal ile festival tarihinin en çok ödül alan erkek oyuncusuydu Tarık Akan. Onun Ferit halini sevenler için Mavi Boncuk festivalde gösterilecek. Ama sinemadaki en iyi performansı Sürü mü yoksa Pehlivan mı hâlâ karar vermek zor. İki filmde festival programında onun anısına tekrar izleyip karar verme zamanı.
7-15 Temmuz darbe girişimi sonrası festival ibretlik darbe filmleri göstereceğini açıkladı. Peki bu filmler hangileri, sayalım, Örümcek Kadının Öpücüğü, Gülün Bittiği Yer, Burma'da Gözyaşları, Olimpo Garajı, Morg Görevlisi, Beynelmilel ve İftarlık Gazoz. Bir de bu filmlere, geçen hafta Pazar SABAH'ta haberini yaptığımız şehit Ömer Halisdemir'in hikayesini anlatan Ben Ömer belgeseli eklenebilir. Audrey
8-Sinema dünyamızın güzide insanları bir araya gelince filmler kadar futboldan da konuşurlar. Bu futbol tutkusu vakti zamanında sinemacılara turnuvalar düzenletmişti. Derbiler için filmlere, galalara, törenlere gidilmediği çok oldu. 22 Ekim'de Galatasaray- Trabzonspor derbisi var. Bakalım maçı filmlere kimler tercih edecek.