Okumuş yazmış, gezmiş görmüş, edebiyat eserlerini Propp'a göre inceleyecek düzeye gelmiş olmak klasik bir Türk annesi olmayacağımız anlamına gelmiyor. Işınlanmayı biz bile bulsak, çocuğumuz ışınlanırken cereyanda kalacak diye bulduğumuzu saklarız. Bizim genlerimizde şefkat, korumacılık, tezcanlılık var hemşirelerim... Son model çocuk yetiştirme tekniklerini, psikolog tavsiyelerini, pedagog öğretilerini yalar yutar ama yine de yüreğimizin götürdüğü yere gideriz. Hamileyken okuyup, çocuğumuzu büyütürken uygulayacağımız tüm altı çizilmiş cümleler, yere düşen bebemizin kanayan bacağına üflerken püf olup gider.
Şimdi ben bunları niye mi yazıyorum? Henüz döndüğüm, anne olarak gittiğim ilk tatilimde kendimi üst pencereden gözlemledim de ondan. Rahat etmek için çocuk konseptli bir otel seçtik. Gerçekten rahat ettik. Ama içimdeki kurt yerinde durmadı. Rus ve Alman annelerin çoğunlukta olduğu otelde bolca gözlem yapma şansım oldu. Ortaya ise fıkra gibi örnekler çıktı. Bu fıkradaki Temel benim.
İLKYARDIM HİZMETİ VERİLİR
Eylül'ü uyutup bakıcıyı da sıkıca tembihleyip denize indim. Niyetim şezlongda uzanıp dalgaların sesini dinleyerek ruhuma terapi yapmaktı. Ama gözüm ileriden yaklaşan iki çocuklu anneyi hemen izlemeye başladı. Biri bebek arabasında uyuyor, daha büyük olanı ise arabanın yanında elinde dondurma yiye yiye bana doğru geliyordu. Annenin kolunda ağırca bir çanta, boynunda da çocuklarının deniz simidi vardı. Yorgundu belli. Birden kendimi suçlu hissettim. Ben neden kızımdan 50 metre uzaklaşıp denize gelmiştim ki, pekala yanımdaki şezlongda ona yer yapar, uyutabilirdim. Sol tarafımdaki kuruntu böcüğü bana bunları söylerken, önümden geçen ailenin dondurmalı elemanı birden yere kapaklandı. Ben hemen şezlongdan fırladım. Minik yavruyu kucağıma aldım. Dizi kanıyordu. Dondurması da burnuna yapışmıştı. Kafasını kaldırıp bana baktı. Ben "Oyyy canım, kanıyor mu, oy oy oy yara bandı var mı, üflim de geçsin, buz var mı?" diye deli gibi aranıyorum. Halimi gören çocuk ağlamaya başladı. Ben 'oy'ladıkça o daha çok ağladı. Anne de dona kalmış bizi izliyordu. Bakışları "Sana ne oluyor böyle" der gibiydi. Almanca çocuğuna "Hadi kalk devam et, dondurmanı ye" dedi. Bana bakıp ağlayan çocuk doğruldu, ağlamayı kesti, ilerledi. Arkalarından baktım, çocuk dondurma yiyerek etrafa bakmaya devam etti. Anne de yoluna...
GÖNÜLLÜ BAKICI
Akşam hava serinleyince Eylül'ü otelin bahçesinde gezidiriyordum. Otelde de sayısız çocuk etkinliği var. Hepsine sırayla uğruyoruz. Ama o yetişkinler için olan canlı müzik performanslarını daha çok seviyordu. Bunlardan birinde Eylül babasının kucağında oynarken benim gözüm karşımızdaki sandalyede uyuyakalan iki küçük kıza takıldı.
Masada başka kimse yoktu. sandalyeye iki büklüm sıkışmışlar, uykuları derinleştikçe başları düşüyor, sonra kaldırıp tekrar uykuya dalıyorlar. Gözüm etrafta ailelerini aradı. Annelerinin pistte dans ettiğini farkettim. Aman Allah'ım çocukları sandalyede böyle uyurken, üstelik yalnız, dansetmek bana çok uzak görünüyordu. İçimden annelerine söylemediğimi bırakmadığım doğrudur. Üstelik plan yapıyor, iki sandalyeyi birleştirip onları uzatıp uyutsam mı diye düşünüyordum. Yoksa daha rahat bir yer bulup oraya mı taşısam? Ben bunları kurgularken anneleri çılgınca dansedip eğleniyordu.
Onlar saatlerce eğlendi, ben yerimden kalkmayıp o kızlara gözlerimle bakıcılık yaptım. Bir ara gelip içecek alıp devam ettiler. Konuşmalarından Rus olduklarını anladım. Gecenin sonunda eğlenmiş iki Rus anne uykulu kızlarını kucaklarına bile almadılar. Bir el darbesiyle uyandırıp, kahkaha atarak odalarına gittiler. Türk anne ise kısıtlı olan dinlenme saatlerini tanımadığı iki Rus çocuğu kollayarak geçirdi. Kızını kucağına alıp odasına gitti. Bütün gece bebek uyuttu. Uykuya daldığında güneş doğmuştu. Sonuç: Her fıkrada sonucu dinleyen çıkarır. Hadi bakalım muhasebeye...