Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Tek kişilik aile albümü


Dayısı Bryan Gregory, Dedesi George Gregory, Annesi Jean Gregory
BU FOTOĞRAFLARIN TAMAMI AYNI KİŞİ: İNGİLİZ SANATÇI GILLIAN WEARING


Çarşamba akşamı Tepebaşı'ndeki Pera Müzesi'nde iki serginin birden açılışı vardı:
1) İspanyol-Katalan Bankası La Caixa'nın çağdaş sanat koleksiyonundan portreler seçkisi...
2) Fotoğraf sanatçısı Cemal Emden'in objektifinden, Amerikalı bilge mimar Louis Kahn'ın (1901- 1974) eserleri...
Müze müdürü Özalp Birol ile sohbet ettik. Bankanın adı Katalancada "Keişa" diye okunuyormuş.
Güvenlik ve huzur sadece turizm için değil, sanat için de gerekli. Terör olayları yüzünden veya uluslararası ilişkiler bozulduğunda, bunun hemen sanata da yansıdığını anlattı Özalp Bey. Ortak projeler üst üste iptal oluyormuş. (Meğer bazı sergilerin program dışı uzatılmasının nedeni buymuş.)
Giderseniz, İngiliz sanatçı Gillian Wearing'in (d.1963) Albüm adlı çalışmasına mutlaka dikkatle bakın. Sanatçı yıllarca uğraşarak maske ve makyajla ninesinin, dedesinin, anne ve babasının, kız ve erkek kardeşlerinin ve hatta kendi 17 yaşının haline bürünmüş. Sonuçlar inanılmaz. Arsen Lupen bile kılık değiştirmede herhalde bu kadar başarılı değildi.
Mimar olmasanız da Louis Kahn-Cemal Emden görsel şölenini sakın kaçırmayın. Bülent Erkmen ve Müge Cengizkan şahane bir iş çıkarmışlar. Görün ve bir daha asla, "Sunumun ne önemi var, mühim olan içerik" veya "Zarfa değil, mazrufa bak" demeyin.
Sergileri gezerken, 2018'de dördüncüsü yapılacak olan İstanbul Tasarım Bienali'nin Direktörü Deniz Ova ve İKSV Kurumsal İletişim Müdürü Ayşe Bulutgil ile karşılaştım...
Bienalin başlığı Okullar Okulu... Dünyanın her yerinde yeni bir eğitim-öğretim arayışı var. Çünkü mevcut okul sistemi, dijital teknolojiye ve onunla gelen yeniliklere uyum sağlayamıyor. (Mesele programlamayı öğrenmenin çok çok ötesinde...)
Yani konu fevkalade önemli. Ancak somutlaştırıp göz önüne getirmek zor... Bu yüzden bienali çeşitli etkinliklerle zenginleştirmek gerekir. Mesela "Okullar yaratıcılığı öldürüyor mu?" başlıklı konuşmayla, tüm zamanların en çok izlenen TED Talks videosuna sahip olan Prof. Ken Robinson davet edilebilir.

***

Hayatını dörde böl

Zamanı iyi kullanamamaktan şikayetçi misiniz? Bu sorunu aşmanın birçok yolu var. Bunlardan birini aşağıda okuyacaksınız.
Önce hayatınızı dört kısma ayırıyorsunuz. Gelin bunlara kolaylık olsun diye "sepet" adını verelim:
1) Öğrenme sepeti 2) Uygulama sepeti 3) Deneyim sepeti 4) Paylaşma sepeti...
Bu dört sepetin hiçbiri bilmediniz şeyler değil. Bir-iki basit örnekler anlatmaya çalışayım.
Öğrenme sepeti: Neler öğrenebilirsiniz? Mesela yabancı dil öğren, pilates öğren, tarih oku, vs vs...
Uygulama sepeti: İş yerinde çalışırken, sokakta veya evde öğrendiklerini uygula... Mesela tarih okurken öğrendiklerini bir arkadaşına anlat. İnternetten öğrendiğin bir egzersizi sabah uyanınca yap.
Deneyim sepeti: Daha önce görmediğin, bilmediğin bir olayı yaşamaya çalış. Mesela yeni bir yemek pişir, konsere git, TV'de tenis maçı veya buz hokeyi izle...
Paylaşma sepeti: Komşunu ziyaret et, arkadaşlarınla mesajlaş, sevdiğin insanla sohbet et (laf aramızda, 'aganigi' de bu sepete dahilmiş).
Programın sırrı, her gün dört sepete de koyacak bir şeyler bularak renkli, tatminkar ve başarılı bir hayat sürmekte.
Halbuki biz çoğu kez ne yapıyoruz? Çalışarak 'uygulama' sepetini, sabah-akşam mesajlaşarak 'paylaşma' sepetini tıka basa dolduruyor... Buna karşılık 'öğrenme' ve 'deneyim' sepetlerini boş bırakıyoruz.
Peki, dört sepete de her gün bir şeyler koyabilmek için ne yapmalı? Mesela zamanınızı 25 ve 50 dakikalık dilimlere ayırabilirsiniz: "50 dakika kadar Osmanlı tarihi okuyacağım... 10 dakika dinlendikten sonra 25 dakika apartmanın sorunlarını konuşmak için komşuya gideceğim... Beş dakika dinlenip ardından 25 dakika (peki 50 olsun) arkadaşlarla mesajlaşacağım..."
Tecrübe edin bakalım, belki bu program tam size göredir.

***

Instagram palavraları

Semih Kaplanoğlu'nun, senaryosunu eşi Leyla İpekçi'yle birlikte yazıp yönettiği Buğday adlı filme gittik. Önümüze bir karı-koca geldi. Her hareketlerinden ve konuşmalarından filme ilk kez geldikleri belli oluyordu.
Neyse... Film başladı. Daha ilk sahneler. Adam cep telefonuyla oynamaya başladı. Koltuklar amfi tipi olduğu için ekranın ışığı gözümüzün içinde. Zevcenur Hanım dayanamadı ikaz etti. Adam ne yapıyorsa, telefonu göğsüne saklaya saklaya devam etti.
Çıkışta "Ne biçim insanlar? Telefonuyla oynayacaksa filme niye gelmiş" diye söylendim.
"Sen olayı anlamamışsın" dedi Zevcenur Hanım. "Adam Instagram'a 'story' koyuyordu... O yüzden oynayıp duruyordu."
Aaa, nasıl anladın? "Benim oturduğum yerden kabak gibi görünüyordu... Başlar başlamaz ilk sahnelerden birini çekti ve 'Şahane bir film' diye yazıp Instagram'a postaladı." Yapma yahu! Başka bir ortamda sorsan, "Bizde yamuk yok" diye böbürlenir.
Kıssadan hisse: Instagram'ın yarısı doğruysa, diğer yarısı yalan. Bilin, ona göre gezinin.
Not: Yeri geldiğinde filmden de söz edeceğim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA