Yasa en basit tarifiyle toplumsal yaşamın sürekliliğini ve kontrolünü sağlamak amacıyla düzenlenen ve belirli yaptırımları olan kurallara denir. Yıllar boyunca gelişimini sürdürerek
bir arada yaşama kuralları ile bireyin hak ve özgürlüklerini belirlemiştir.
Şimdi "bu da nereden çıktı?" diyeceksiniz. Ben hukukçu değilim ancak şehirlerimizdeki plânsız yapılaşmanın insan hayatını nasıl tehdit ya da yok ettiğini geçen Sonbahar'da
Van'da yaşanan deprem bize bir kez daha gösterdi. Marmara depremini neredeyse hafızalarımızdan silmek üzereyken, acı bir deprem gerçeğiyle daha karşılaştık.
Şehirlerimizi ve yaşadığımız konutların standartlarını düzenleyen
yasa ve yönetmelikler sürekli olarak ihlal edildi. Aldıkça
daha fazlasını talep etme hırsı, kalitesiz malzeme kullanma, yetkililerin gerekli yasal tedbirleri almaması yada almasını engelleme çabaları sonucunda iş şirazesinden çıktı. Aslında
yasal düzenlemelere uyulmuş olsaydı bugün mecliste görüşülmekte olan yeni bir
"Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı" gerekli olmayacaktı.
Devre dışı kalacak kanunlar
Yasa Tasarısı ile ilgili TMMOB, Mimarlar odası ve çeşitli sivil toplum örgütleri görüşlerini, eleştirilerini açıkladılar ya da açıklıyorlar. Gerçekten de
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, kurulduğu sıralarda açıklandığı biçimde bu tasarıda çok
geniş yetkilere sahip, hatta neredeyse tek yetkili.
Tasarı yasalaştığında
İmar, Mera, Orman, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma, Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun'la birlikte birçok kanunun, bu kanunun uygulanmasını engelleyici ve aykırı hükümleri
uygulama dışı kalacak.
Dava açılması ve yasal sınırları
Tasarıda
riskli bölgelerde ve rezerv alanlarında, yani dönüşüm alanlarında plân yapma, onaylama ve kent tasarımları hazırlamaya
Bakanlığın yetkili olduğu belirtiliyor. İtirazlar için
30 gün içerisinde idari yargıda dava açılabileceği, davalarda
yürütmenin durdurulmasına karar verilemeyeceği belirtilmekte.
Bu madde Anayasa'nın 125.
Maddesindeki
"Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca millî güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir" hükmüne dayandırılmış.
Maddenin dayanaklarından bir başkası yine Anayasa'nın 35. maddesi. Şöyle deniyor:
"Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlandırılabilir." Kanun tasarısının gerekçelerinde temel amacın "
can ve mal emniyetinin temini" olduğu ve bunun
yaşama hakkı ile sıkı bir münasebetinin bulunduğu belirtiliyor.
Diğer bir gerekçesinde ise teminat altına alınan
mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyetinin, yaşama hakkının temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının
olmazsa olmaz şartı olarak hatırlatılmakta.
Tasarıda riskli ve rezerv alanlarda her türlü harita, plan, proje, arsa ve arazi düzenleme işlemlerini yine Bakanlık yapacak. Ancak yeni plânların, imar plânları ile uyumunun sağlanması ve ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde olması için yerel yönetimler ve ilgili kurumların bir arada çalışması gerekli. Önemli noktalardan biri de plan ve projelerin şehirle uyumu ile doğal ve kültürel zenginliklerin korunması. Bu konuda defalarca yazdık, yine yazalım. İstanbul ile yasanın uygulanacağı tüm alanlarda tarihi ve doğal yapının korunması ön koşul olmalı. Bu yasanın kesinleşmesinin ardından hazırlanacak yönetmeliklerde açık ve net olmalı.
Hepsinden de önemlisi bu tasarı yasalaştığında beklentilerimize cevap verecek mi,
can ve mal emniyetimizin teminat altında olduğunu hissetmemizi sağlayacak mı?