Mustafakemalpaşa: Madenciler mi?.. Bilisiniz; güneşi görünce kömür tüküren adamlardır. Kör karanlıklarda, yüzlerce yıl uzak bir engizisyon zindanında tutsakmış gibi tükenir biter ömürleri. Yoksulluğun prangasını dehlizler boyu sürüyüp, bitkinliğin çarmıhına gerilirler gün be gün. Kanı-teri bol akan, bileği yüreği kallavi duran adamlardır. Kilitlenmiş kara kaya dağlarından kazma kazma kömür damıtırlar. Kapkara olur, akça pakça gülümserler şaheser.. Bize gelince. Ben ve yanımda genç 2 meslektaşım grizu çığlığını duyup yola koyulmuş gece adamlarıydık. Ve muhabirdik, işimiz size haber iletmekti, he mi? Her bir şeyi detay detay, nakış nakış izlemek, aktarmaktır görevimiz yani. O zaman görev gereği az laf, bol yangın sunayım, mesela Şeyda kızın gözlerindeki göçüğü anlatayım.
BU NASIL ÇOCUK?
Babasını maden ocağına gömen, evinin ocağını söndüren patlamalardan çok daha gürültülü susuyor o kız çocuğu arkadaş. Yaşı henüz 4 ve zaman, sabahın onun yaşıyla akran bir saat. Mışıl uykularda olması gerek güya. Oysa daracık bir sofanın ortasında, ağlaşan kadın kalabalığına inat, çıt bile etmeden durup öylece bakıyor. Henüz birkaç saatlik 'dul' anacığının yanı başında haykırıyor ama, o devasa sükûtlarda Şeyda kız. Ben bunca yaş yaşadım, böylesi metin, anlamış, hazmetmiş, öfkeyi içine saklamış yetişkin görmedim ki, çocuk görmüş olayım...
NEREDEYİZ?
Saatler boyu ulaşılamayan, ölü bedenleriyle o derin kuyuda yatan 19 delikanlı var ya. İşte onlardan üçünün anası, babası, bacısı, gardaşı ve çor çocuğu aynı çatı altında toplanmış ağıt yakıyor. Ağlayıp dövünmekten helak olmuş birkaç tanesine, sarı ceketli 112 neferleri ilaç veriyor, moral veriyor, öğüt veriyor biz oradayken. Kimi gelip boynuma sarılıp yaş döküyor, kimi yiğitlerini ölüme götüren vurdumduymazlıkları sıralıyor bir bir. Hep feryat, hep hiddet, hep, hep beddua var dillerinde. O itiş kakış endişelerin ortasında, kamerama sessiz sitemsizlikle düşen tek fotoğraf karesi Şeyda kızınki...
ESAS GRİZU
Tamam, neredeyse 40 çocuk daha yetim kaldı o mahzende, onları da anlatmalı. Lakin hepsinin biçareliği, kimsesizliği, ıssızlığı, ağrısı, sancısı toplanıp Şeyda kızın gözlerinden akıyor bize. Hangi şehit madenci babanın kızı olduğunu işte o yüzden söylemiyorum bak. Dışarı çıkıp, olay mahalline gidip, dizlerimize kadar çamura bulanarak, tünel ağızlarına, domuz damlarına dair gözlemler nakletmeliyim. Dahası etten duvar ören jandarmayı, biteviye konuşan, demeçler salvolayan kodaman ağızları, kuyu yoldaşlarını yitirmiş hüzüngen madencileri, mikrofon uzatan, kalem tutan, soru soran, yayına bağlanan yüzlerce haberciyi de illaki yazmalıyım öyle mi? Yok!.. Kararım karar. Şeyda'nın gözlerindeki göçükten gayrısına sözüm olmayacak bugün. Çünkü o gözlerde; bin gazete sayfası, bin saatlik televizyon bülteni akıyor, bakıyor, yakıyor. Öyleyse esas grizu neymiş, nerede patlamış, siz ne dersiniz?