Birçoğumuz bu cumartesi gününde, hele de karlı ve soğuk cumartesi gününde, kimse bana dokunmasın, sıcak yataktan çıkmayayım derken… Kimimiz tembelliğin dibine vurup, kahvaltıyı da yatağa isterken ya da kahvaltıyı öğle yemeği ile birleştirecek kadar uzuuunn uyumak isterken… Uyandıktan sonra da televizyon karşısında, çay elinde, battaniye dizinde televizyon izleyerek gününü öldürmek isterken… İşte tam da bu ruh haliyle yataktan çıktıktan sonra es kaza gazetelere göz atayım deyip de alıp SABAH Güney'i eline "Erhan Özmen ne yazmış bu hafta dediğinde" güzel bir hafta sonu yazısı okuyun istedim. İstedim ki; kardan adamlar, kestaneler, portakallı kekler, zencefilli çaylar olsun yazımda. Ama yazılarında cari açık, dış ticaret, ithalat, ihracat, dolar, euro, TL, faiz, üretim, istihdam sözcükleri ile cümleler kuran bir adam ne anlar zencefilli çaydan. O nedenle Perşembe günü 113. doğum gününde sevgi ile andığımız mavi gözlü dev adamdan, Nazım Hikmet'ten bir şiir paylaşmak istedim sizinle. Çay boğazınızı ısıtırken yüreğiniz de ısınsın diye… Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından. Ustanın "Yaşamaya Dair" şiirinin birinci bölümü bu. Tembelliği bırakıp diğer iki bölümü de okuyun. Yaşamak şakaya gelmez çünkü. Yaşamı ciddiye alın, çocuklarımız için, ülkemiz için…