Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türkiye'yi tekrar siyasi izleme sürecine almaya karar verdi.
Bu kararın finansal piyasalarda olumsuz bir yansıması olmadı. Piyasalar bu kararı hiç önemsemedi. Bunun aslında iki anlamı var:
BİR: Türkiye'nin yoluna AB olmadan da devam etmesi halinde bile, yatırım yapılabilir ülke konumunda olacağını bize gösteriyor.
İKİ: AB artık küresel piyasalar nezdinde ciddi bir ekonomik ve siyasi birlik değil.
Aslında bir üçüncü anlam daha eklemek mümkün…
ÜÇ: 16 Nisan'ın ardından beklenen istikrarı piyasalar hissetmeye başladı.
Geçtiğimiz hafta borsanın yukarı yönlü, dolar ve altının aşağı yönlü hareketleri de artık ekonomide belirsizliğin yarattığı tedirginliğin azaldığını gösteriyor.
Öte yandan, AKPM'nin kararı Avrupa Birliği nezdinde bağlayıcı olmasa da, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik sürecinde zorluklar yaratabilir.
Tabi bu noktada uzun zamandır hükümetin de sorduğu soruyu sormakta fayda var:
Biz AB üyeliğini istiyor muyuz?
"Evreşe yolları dar, bana bakma benim yârim var" diyerek AB ile köprüleri yıkma noktasında mıyız, yoksa daha sağlam ilişkiler mi kurmalıyız?
Bu soruları yanıtlarken, Türkiye-AB ilişkilerini tarihsel derinliği olan ve geleceğe yönelik kazanımları içeren bir ortaklık olduğunu göz ardı etmemeliyiz.
Türkiye, AB sürecinde ilerledikçe, dünyanın gelişmekte olan ülkeleri açısından ekonomik cazibe ve demokratik referans kaynağı olmuştur. Küresel rekabette daha güçlü bir Türkiye hedefimiz varsa, yoğun bir ekonomik diyalog içerisinde olduğumuz AB ile ilişkilerden de vazgeçemeyiz.
Aslında küresel bir köy haline dönüşmüş dünyada güçlü bir varlık tesis etmek için ne doğudan vazgeçebiliriz, ne de batıdan. Üstelik doğu ve batı arasında doğal bir köprü olarak konumlanmış bir ülke olarak istesek de vazgeçemeyiz. Kimse de bizden vazgeçemez.