Onu yıllar evvel çıkardığı Adam Gibi adlı şiir albümüyle tanımış, radyo programlarının müdavimi olmuştum. Önce Turkuvaz Radyo'da sonra da atv'de yaptığı hafta sonu programları münasebetiyle tanışma imkanı bulduğum İbrahim Sadri, ...ve Aşk adlı yeni kitabını yakın zaman önce okuyucularla buluşturdu. Turkuvaz Kitap'tan yayımlanan 157 sayfalık kitapta Sadri, aşkın kendisinde uyandırdığı hisleri aktarıyor. Bunu yaparken de okuyucusuna eski İstanbul nostaljisi yaşatıyor. Satır aralarında bazen Üsküdar'dan kalkan bir vapurda, bazen Beyoğlu'nun ara sokaklarında bulabiliyorsunuz kendinizi. Ve bir anda Bir Şarkısın Sen'i, Cahit Sıtkı dizelerini mırıldanırken, gözünüzde Kız Kulesi, Haydarpaşa Garı, Samatya, Sadri Alışık selamı, Adile Naşit kahkakası canlanıveriyor hemen. Aşka dair ne arasanız bulabileceğiniz çok katmanlı, kalabalık bir kitap ...ve Aşk. Aynı İstanbul gibi... Sadri kitabını anlattı...
- Öncelikle kitabınız hayırlı olsun. Bir yandan televizyon programınız da devam ederken nasıl fırsat buldunuz da kitap yazabildiniz?
- ...ve Aşk, benim için çok kıymetli bir proje. Yaklaşık 10 yıl önce Aşk 29 Harf isimli bir kitap yazmıştım. O hep bende yarım kalmış bir his uyandırmıştı. Daha doğrusu 'anlatmak istediğim tam böyle değildi' gibi bir duygu işte. Oradan hareketle, aşk üzerine yazdığım satırları tekrar önüme aldım ve aşka çok yakışan sevgili İstanbul'la kol kola bir seyahate çıkardım. Ortaya ...ve Aşk çıktı. Yani İstanbul'da oturan aşkın hikâyesi diyebiliriz bu mütevazı kitaba. Yaklaşık bir yıllık bir çalışmanın sonucu diyebilirim. Aşka, İstanbul'a ve kitaba her zaman vakit var.
- Yazma ritüeliniz nedir? Hangi aralıklarla nerede ne dinlerken yazarsınız?
- Her cümlesini dönüp tekrar tekrar okurum... Yazmak için benim özel alanlarım ya da zamanlarım yok. O kışkırtıcı yazma coşkusu gelince hiç fark etmiyor benim için. İnanmayacaksanız belki ama Ve Aşk'ın büyük bölümünü Atv haber merkezinde yazdım. Oradaki arkadaşlarım da şahit. Sadece kulaklığımda sevdiğim müzikler vardı. O müzikler arasında Vivaldi de vardı, Saz Semaileri de, Roger Waters da, Nefesler de, Suat Sayın besteleri de... Onlar yol gösterdi, İstanbul koluma girdi ve yazdım. Elbette sadece kitap yazmaya odaklanacağım bir yer ve uzun zamanları tercih ederdim. Ama böyle bir lüksüm olmadığı için yazabileceğim her mekanı ve imkanı değerlendirmeye çalıştım. Artık böyle bir hayatımız var: dar, çarçabuk, sıkışık.. O tıklım tıkışlıkta ne üretebildiysem o işte...
AŞKIN ÇOK KAPISI VAR
- Aşk üzerine bir kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
- Ben uzun yıllardır aşk üzerine
şiirler yazıyorum. Ve yazdığım bu
şiirleri kitaplaştırıp, şiir albümlerini
de yapıyorum.. Bu üç günlük dünya
hayatında Mevlamızın bize bahşettiği
en kıymetli hazinenin aşk olduğunu
düşünüyorum. Sanki biraz buraya
biraz ahirete ait bir servet bu. Ve
yazdıkça aşkın ne kadar çok kapısı
olduğunu fark ettim. Hangi kapısından
girerseniz bambaşka anlamlarına
götürüyor sizi. Yani doğurgan ve verimli
bir vaha yazmak için. "Ali Ayşe'yi
seviyor"dan başlayıp "aşka aşık
olmaya" tırmanan basamaklar.. Dik
basamaklar ama! Ayağınızı sağlam
basmazsanız tepe taplak düşebileceğiniz
bir merdiven... Seyyit Nesimi
durup dururken; "Gel gel yanalım
ateş-i aşka" demiyor işte... Hem "gel",
hem de "yanalım!" Bu içsel sarmal,
bir yazar için münbit bir saha aynı
zamanda. İşin içine bir de
benim kıymetlim olan İstanbul'u
katınca bu yazma fikri
kendiliğinden şekillendi.
- Semtler, bölgeler, iller, türküler, filmler, şairler, şiirler, şarkılar... Yani Neşet Ertaş da var Ferdi Tayfur da. Necip Fazıl da var Yunus Emre de. Cüneyt Arkın da var Sadri Alışık da... Çok güzel bir Türkiye kompozisyonu çizmişsiniz... Yol haritasını nasıl oluşturdunuz...
- Aynen söylediğiniz gibi.
"Hem Ferdi Tayfur, hem
cam kenarı" olsun istedim. Hem günlük
hayatımızın hem de hafızamızın
aşktan yola çıkarak satırlara dökülmesine
çalıştım. Kitabın bir yerinde "aşk
hatıralara uğramaktır" diye bir söz
ediyorum. İşte tam da bunu yapmaya
çalıştım. İstanbul'un hatıralarına uğrarken
aşk davasının nasıl göründüğüne
bakmaya çalıştım. Bunun için
epeyce sermayem vardı. İstanbul'da
doğdum ben. Ve yarım yüzyıldır
bu şehirde yaşadım hep. Ne zaman
gitmeyi düşündüysem, bir de baktım
ki koşarak geri gelmişim. Fatih, Kasımpaşa,
Beyoğlu, Üsküdar...
Buralarda yaşadım.. 70'ler,
80'ler, 90'lar... O yılların
küçük ayrıntılarını kitabın
zeminine yayıp,
aşktan aşkın hallerinden
söz etmeye
gayret ettim.
Tabii sadece İstanbul'la
sınırlı
kalmadım.
- Farklı coğrafyalar ve zamanlar da var kitapta..
- İnancımın
ve
kültürümün
bana tanıdığı fırsatları
hiç geri çevirmedim.
İşte o yüzden
Yunus Emre
de var, Mevlana
da var, Kadri
Şençalar da var,
Enver Behnan
Şapolyo da
var, Orhan
Veli de var,
Cahit Zarifoğlu
da var, Şazeli
Tekkesi de var, Rüya
Sineması da var, Vapur
düdükleri de... Bütün
bu kuralsız karışıklığın
ve imgelerin aşka çok
yakıştığını düşünüyorum.
Ya da aşkın onlara
çok yakıştığını. Kendi
bildiği gibi bir kitap olsun
istedim. Baş eğmeyen, çok
da kulak asmayan... Yani
aşk gibi işte..