Türkiye
gibi toplumsal cinsiyetlerin belirgin olduğu bir toplumda yaşayıp da, 'Erkeksin, sen yap,' benzeri cümlelere maruz kalmamış erkek yoktur. Üstelik ilk çağlarda olmadığımızdan, bu cümlelerle bizden talep edilen dışarı çıkıp kaplan avlamamız falan da değildir. Zerre kadar kol gücü gerektirmeyen işlerde bile (Mesela bir yerde rezervasyon yapılacağında, bakkaldan peynir alınacağında), bu 'onurlu' görevler erkeğe bahşedilir. Gün gelip de üzüldüğümüzde doya doya ağlamamıza bile izin yoktur, zira erkek adam ağlamaz. Uzun lafın kısası, toplumsal cinsiyet, erkeğe hem sayısız görev yüklemiş, hem de onu dar bir davranış çerçevesi içine hapsetmiştir. Ancak toplumsal cinsiyet-kadın ilişkisi sık sık masaya yatırılsa da, bu alanda erkeklere dair yeterli sayıda incelemeye rastlamak maalesef mümkün değil. Antropolog Tayfun Atay, İletişim Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı
Çin İşi Japon İşi'nde işte bu konuyu derinlemesine inceliyor. Prof. Dr. Atay'ın tespitleri arasında en dikkat çekenler, özetle şöyle:
Tarım öncesi avcıtoplayıcı toplumlarda cinsiyet eşitsizliği söz konusu değildi. Tarımın keşfedilmesiyle birlikte erkek, kas gücü nedeniyle tarla sürme görevini üstlendi. Kadının görevleriyse ev içiyle sınırlandı. Benzer şekilde toprağı elde tutmak için verilen mücadeleler askerleri, yani erkekleri daha da ön plana çıkardı. Kadın, bu gibi sebeplerle yaygın kültür içerisinde ikincil konuma itildi. Dolayısıyla tarımın keşfi, pek çok nimet sağlasa da bazı melanetlere kaynak oldu.
Doğayı tarımla 'ezen' erkek, eve gittiğinde de kadını ezmeye başladı. Biyolojik olarak erkek cinsiyetiyle doğmak, 'erkek' olarak kabul edilmek için yeterli olmadı. Erkekler, cinsiyetleriyle bütünleşmek için şefkat duygularını hapsetmeyi öğrenip; halen devam eden sert, saldırgan, öfkeli, uzlaşmaz tutumlarını takındı. 'Erkeklik', erkeğin toplumsal yaşamda nasıl düşünüp davrandığını belirleyen ve ondan salt erkek olduğu için beklenen rolleri ve tutumları içeren bir pratikler toplamı haline geldi. Bu süreçte kadınlar da duygusallık, dürtüsellik ve akıl dışılık gibi özelliklerle anılır hale geldi. Hatta yok sayılmaya başlandılar. Öyle ki, erkek cinsiyetine vurgu yapan İngilizce'deki 'man'kind ve Türkçe'deki insan'oğlu' kelimeleri, insanlığın genelini nitelemek için kullanılmaya başlandı.
ERKEK LEHÇESİ, KADININKİNDEN FARKLI
Erkekler ve kadınlar, doğuştan iki farklı 'cinsiyet lehçesi' kullanmaya alışıyor. Erkeklerin lehçesinde rekabeti, mücadeleyi, çatışmayı ön plana alan, kadınların dilindeyse uzlayışa zemin sağlayan ifadeler hakim. Kız ve erkek çocukların oyun grupları ve oyun alışkanlıkları bile birbirinden farklı. Erkekler, hiyerarşik yapıya sahip büyük gruplarda oynuyor. Grupta liderler, kaybedenler ve kazananlar var. Kızların oyun gruplarıysa daha küçük ve herhangi bir hiyerarşi barındırmıyor. Kaybedenler ya da kazananlar bulunmuyor. Bu nedenle kızlar büyüyünce 'ergin' oluyor, erkeklerse bir türlü büyümeyip 'ergen' kalıyor.
Bu çerçevede erkekler, hemcinslerini kadınlardan daha fazla eziyor. Çünkü erkekliklerini sürekli birbirlerine kanıtlamak, onaylatmak zorundalar. Asla bitmeyen bir erkek olma mücadelesi içindeler. Cinsel organlarının iş yaparlığından tuttukları takımın başarısına kadar; evde, işte, sokakta, trafikte, barda, statta, halı sahada bu sorgulama ve denetlenme durumu hiç sona ermiyor. Atay bu nedenle, erkeklerin 'erkekliği' elde etmesini büyük bir imkansızın peşinde koşmaya benzetiyor ve 'Erkek erkeğin kurdudur,' diyor. Diğer erkeklerin kendisine gülmemeleri için erkeklerin neler yapabileceğine dairse,
Baba 2 filmindeki şu sahneyi örnek gösteriyor: Micheal Corleone (Al Pacino), kendisine ihanet eden ancak daha sonra bin pişman olan kardeşi Fredo Corleone'yi, adamlarının alaycı ifadelerini engellemek ve onların üzerindeki 'karizmasını sarsmamak' için öldürtmeye karar veriyor. Kurşun sesini duyduğundaysa acı içinde başını öne eğiyor.
Ömer Vargı-Yavuz Turgul ikilisinin 2007 yapımı
Kabadayı filmi de, barındırdığı karakterler açısından erkekliğe dair farklı örnekler içeriyor. Filmde Kenan İmirzalıoğlu'nun canlandırdığı Devran karakteri, erkek iktidarının ve erkeklik halinin cisimleştiği bir karakter. Devran, yetiştirme yurdunda tacize uğradığı için, içine düştüğü çaresizlik ve öfke dolu ruh halinden çıkabilmek amacıyla şiddete sarılıyor. Böylece erkeğin erkeğe şiddetinin kurumsallaştığı mafyaya giriyor. Devran, taciz olayı nedeniyle tüm erkeklerden nefret eden ama erkeklik kimliğini seven ve erkeklik uğruna diğer erkekler üzerinde şiddet üreten bir maço haline geliyor. En büyük korkusu, işkence sırasında etek giydirilmiş halde çekilmiş fotoğraflarının ortaya çıkması. Sonuç olarak Devran, 'erkeklik' kimliğinin içinde mahpus kalmış bir insan.
KADINA PEMBE KALDI
Erkek çocuklara mavi, kız çocuklara pembe renk uygun görülüyor. Çünkü dünyanın dörtte üçünü oluşturan denizler ve gökyüzü mavi. Uzaydan bakınca dünyanın rengi mavi. Yani mavi, dünyanın ve hayatın rengi. Bu yüzden erkeklere layık görülüyor. Erkek masmavi hayatı alınca, kadına da pespembe hayaller düşüyor.
HER TANIM BİZE UYMAZ
Metroseksüellik teriminin Türkiye'de yaygınlaşmama sebebi de, erkek egemen kültürel kodlarımızla uyumlu olmaması. Erkekler kendilerini metroseksüel olarak adlandırmak yerine, 'bakımlı erkek' gibi bir tanım buldular.