GUGUK KUŞUNU DİNLEYEREK AĞLADIM
- Akıl hastanesinden kaçış hikayesi ister istemez Guguk Kuşu'nu getiriyor akla. Hatta kitabınızda guguk kuşu da var.
- Romanı yazarken bunu ben de düşündüm. Ama ne yapabilirdim. Guguk sesi benim için dünyadaki seslerin en özeli. Hiçbir müzik, beni onun sesi kadar etkileyemez. Beni doğrudan o günlere, oralara götüren bir ses o. Sis bastıktan sonra ormanın derinliklerinden gelen bir sesti hep. Her şeyi geçici olarak, enfes süreksizliklerle durdururdu. Her şeyin yerli yerinde olduğunun, dolaylı ve özel bir işaretiydi. Dolgun ve büyümekte olan hayatımın metafizik bir hıçkırığıydı.
- Çocukluğunuzdan bahsediyoruz değil mi?
- Çocuk, deli doluluğumun güpgüzel bir hapşırmasıydı. Neşemin renkli bir kaçınılmazlığı. Hayretler içinde oturur dinlerdim o sesi, çocukluğumda. Annem eve geç geldiğinde dinlerdim. Babaannem yanımda yokken, sis çökmüşse eğer, ağlayarak ve korkarak dinlerdim. O hep; 'Olsun, ben buradayım, korkma!' derdi bana. Hâlâ oralara gittiğimde dinlerim guguk sesini. 1996 yılında o sesi bir Tarkovski filminde gördüğümde hayretler içinde kalmış, çok sevinmiştim. İnsanlar arasında gizli bir bağ var demek ki, diye düşünmüştüm.
- Televizyon programınıza da atıf yaparsak.. İşe yarayacak bir kaçış planı yok mu?Akıl hastanesinden kaçanlar hep yakalanıp geri mi götürülür?
- Sadece zihnen yapabiliyoruz bunu. Ama olsun. Benim inancıma göre zaten bu kadarıyla mükellefiz. Sonrasını duaya ve kadere bırakırız.
- O pastane, dağların içindeki o köy, o matbaa... Hepsi bir şeylerden mi mülhem?
- Hayır. Bu romandaki bir çok sahneyi uzun yıllardır kafamda taşıyordum. Onlar gelip içimde durmuş, yer etmişlerdi. Ayrı ayrı. Şekilsiz, biçimsizdiler başlarda. Ama zaman içinde ağırlaştılar, geliştiler ve -eğer olabildiyse tabii- bir canlının uzuvları halinde bambaşka bir şeye dönüşüp doğdular. Doğarken hepsi de evvelki şekillerinden, biçimlerinden, iddialarından vazgeçip bambaşka bir şeye dönüştüler.
GUGUK KUŞUNU DİNLEYEREK AĞLADIM
- Akıl hastanesinden kaçış hikayesi ister istemez Guguk Kuşu'nu getiriyor akla. Hatta kitabınızda guguk kuşu da var.
- Romanı yazarken bunu ben de düşündüm. Ama ne yapabilirdim. Guguk sesi benim için dünyadaki seslerin en özeli. Hiçbir müzik, beni onun sesi kadar etkileyemez. Beni doğrudan o günlere, oralara götüren bir ses o. Sis bastıktan sonra ormanın derinliklerinden gelen bir sesti hep. Her şeyi geçici olarak, enfes süreksizliklerle durdururdu. Her şeyin yerli yerinde olduğunun, dolaylı ve özel bir işaretiydi. Dolgun ve büyümekte olan hayatımın metafizik bir hıçkırığıydı.
- Çocukluğunuzdan bahsediyoruz değil mi? - Çocuk, deli doluluğumun güpgüzel bir hapşırmasıydı. Neşemin renkli bir kaçınılmazlığı. Hayretler içinde oturur dinlerdim o sesi, çocukluğumda. Annem eve geç geldiğinde dinlerdim. Babaannem yanımda yokken, sis çökmüşse eğer, ağlayarak ve korkarak dinlerdim. O hep; 'Olsun, ben buradayım, korkma!' derdi bana. Hâlâ oralara gittiğimde dinlerim guguk sesini. 1996 yılında o sesi bir Tarkovski filminde gördüğümde hayretler içinde kalmış, çok sevinmiştim. İnsanlar arasında gizli bir bağ var demek ki, diye düşünmüştüm.
- Televizyon programınıza da atıf yaparsak.. İşe yarayacak bir kaçış planı yok mu?Akıl hastanesinden kaçanlar hep yakalanıp geri mi götürülür?
- Sadece zihnen yapabiliyoruz bunu. Ama olsun. Benim inancıma göre zaten bu kadarıyla mükellefiz. Sonrasını duaya ve kadere bırakırız.
- O pastane, dağların içindeki o köy, o matbaa... Hepsi bir şeylerden mi mülhem?
- Hayır. Bu romandaki bir çok sahneyi uzun yıllardır kafamda taşıyordum. Onlar gelip içimde durmuş, yer etmişlerdi. Ayrı ayrı. Şekilsiz, biçimsizdiler başlarda. Ama zaman içinde ağırlaştılar, geliştiler ve -eğer olabildiyse tabii- bir canlının uzuvları halinde bambaşka bir şeye dönüşüp doğdular. Doğarken hepsi de evvelki şekillerinden, biçimlerinden, iddialarından vazgeçip bambaşka bir şeye dönüştüler.