Mezarlar herkes için ayrı bir anlam taşır. Halkın kalbinde yer etmiş isimler ya da sanatçılar içinse bambaşkadır önemi; hem yakınları hem de onları takip edenler için bir 'buluşma noktası'dır. Türkiye'nin öncü ressamlarından, 2010'da vefat eden Ömer Uluç'un mezarı da, sevenlerinin onunla iletişim kuracağı bir yer olarak tasarlandı. Ölümünden iki buçuk yıl sonra, gazeteci-yazar Vivet Kanetti Uluç, onun eserlerinden ilham alan bir mezar yapılmasını istedi. Mimar Nevzat Sayın da dostu Uluç için bu mezarı tasarlardı. Biz de Aşiyan Mezarlığı'ndaki bu özel mezarın öyküsünü, mimarına ve Kanetti'ye sorduk.
- Mezarı yaptırmaya nasıl karar verdiniz?
- Ölümün idraki ve kabulü için geride kalanlara bir süre gerek. Buna her kültürde yas diyoruz. www.omeruluc.com sitesini açıp Aşiyan için fiilen çalışmaya başladığımızda, iki yıl geçmişti bile. Mezar hâlâ kimliksiz mi kalacaktı? Daha neler! Başından itibaren, Ömer'in yaptığı bir heykeli orada görebilmek istiyordum. Sonradan orijinallerden vazgeçme taşa aktarma kararı ağır bastı. 25 Şubat 2011'de avukatım Ayşegül Topuz'la Sulh Mahkemesi'ne dilekçe vermişiz, iki heykeli atölyeden ödünç alabilmek için. Nevzat Sayın'ın tasarımı üstlenmesini uygun gördüğümüzü de belirtmişiz. Ömer'in kızı ve avukatından yanıt gelmedi. Ne evet, ne hayır; ne öyle değil de böyle olsun! Gene de Ömer'in küçük boyutlarını da yaptığı iki heykel arketipini Aşiyan'a kondurmayı başardık!
- Mezarın yapım süreci nasıl oldu?
- Heykel sanatçısı Ferit Özşen, kendi deyişiyle 'işçiliğini' üstlendiği projede, polyester arketipleri bilgisayar teknolojisiyle taşa döktü. Büyük özen ve milimetrik sadakatle. Ve Nevzat Sayın'ın verdiği ölçeklerle... Tüm mezar, boyutuyla, ruhuyla, hem çok Osmanlı hem çok bugüne ait bir iş oldu. Anıt gibi ezici durmayan, ama sanatçıyla ilgili birçok ipucu veren... Ömer, daha 50 yıl önce Osmanlı süsleme sanatı, Osmanlı figürlerinin espasla ilişkileri üzerine çok düşünmüş bir sanatçı. Nevzat Sayın'ın tasarımında bunların hepsine göndermeler var. Sahilden fotoğraflarını çekiyorlarmış! Yağmurlar toprağa kalın bir yeşil halı serdiğinde, daha da güzel olacak. Hepsine müteşekkirim. Bunu yapmış olmak, işin iyi çıkması, insana teselli verebiliyor mu? Valla hayret, garip bir şekilde teselli veriyor.
- Mezardaki yazı, Ömer Bey'in ne zaman ve nerede söylediği bir söz?
- Tek cümleyi seçebilmek çok zor. Heves Kuşu Durmaz Döner kitabını ve nice röportajı okuyup, sonunda, 'A,B,C, Deniz Cinleri' sergisi sırasında Evrim Altuğ'a söylediği bu cümleyi seçtim: 'Renksiz bir dünyanın olmayacağını savunuyorum.' Sayısız başka cümlelere açılan kapıları olduğu için. Ömer, sürekli yeni yollara giriştiği sanat serüveni boyunca, tuval çerçevesinden çıkmayı, disiplinlerin sert kalıpları arasına sıkışmamayı, pentürpentürcü olmamayı önemsemiş, her türün akademikliğiyle çatışmış bir adam. Tek vazgeçilmezi var: Renklere tutkusu. İster heykel, ister enstalasyon ya da resme kendi verdiği adla ister satıh sanatı yapsın, renk tutkusu hep baki. Hayata yaklaşımı, coşkusu ve büyük gençliği de saklı, bu cümlede... 'Savunuyorum'daki, bireyin ölümle yok edilemez gücüne vurgu, ayrıca hoşuma gidiyor. Tipografi çok özel, ama o özelliği herkes kendi keşfetsin isterim. Kızı Elfe'den ise bilhassa, babasının hiç değilse kataloglarına iyi bakmasını istiyorum. O zaman, babasının hiçbir rengi önyargılarla dışlamadığını görebilir. Ege taşının bordosunu, babasının sayısız işinde ve de hazırladığı katalog kapağında bulabilir. Toprağın kahverengisini de. Bu denli renkçi bir sanatçının bazı renkleri kendine yasak etmesi düşünülebilir mi?
ELFE ÇOCUK DEĞİL 44 YAŞINDA, YOLU AÇIK OLSUN, BENİMKİYLE ÇAKIŞMASIN
- Ömer Uluç'un kızı Elfe Uluç, Taraf'taki yazısında mezardan hoşnut olmadığını belirtiyordu.
- Ömer'in kızının peş peşe yazılarını bugüne dek cevaplamadım. Ancak Taraf'taki hakaretler bombardımanı ardından, suskunluğu bozmak farz oldu. Önce şundan: Bütün bir ömrün eserleri mühürleneli iki buçuk yılı geçti ve bu, uzun bir zaman. Bu sürede o eserler için neler yapılabilirdi! Böylesi bir tahakküm, miras hakkından ötürü hukuki dahi olsa, manen meşru olamaz. Elfe, enerjisini artık bu tip yazılara değil, cenazeden bir gün önce mühürlettiği yerlerin açılmasına, eserlerin korunmasına, hemen uzlaşma sağlanmasına harcamalı. Bir yere bir kez mühür vuruldu mu, onu kaldırmak maalesef çok zor. Mahkeme süreçleri uzun... Bu davayı bir boşanma, bir ceza davası gibi de yürütmemeli. Defalarca 'Babama ne iyi bakıyorsun,' demişken, 'Vivet babama hastalığında şefkat göstermedi, babam boşanmak istiyordu,' gibi dilekçelerle karşı tarafı teslim almayı ummamalı. Bu mücadele tarzı, benim de onayımla kendisine ömür boyu benzersiz bir destek vermiş bir sanatçı babaya da büyük haksızlık.
- Neler yaşadınız dava sürecinde?
- Elfe, babasının vefatının ertesi günü, çok teferruatlı bir dilekçeyle tereke davası açtı. Avukatı henüz Kezban Hatemi değildi, babasının ölümünden dokuz ay önce vekalet verdiği bir başka hanımdı. Babasının üç yaşam ve çalışma alanını mühürlettirdi, bankasından bütün yılın çıktılarını istedi, babasının kendisiyle ortak hesapları dışındaki hesaplarına tedbir koydurdu; ki bu tedbir sürüyor, yaşadığımız eve, sergi açtığı galeriye mahkeme heyetini yolladı; evimdeki, şahsen sayıp mahkemeye bildirdiği eserlere tedbir koydurdu. Sekiz koldan operasyona girişen bir devlet gibi! Ardından, avukat bir aile dostumuzun bize sunduğu uzlaşma protokollerini reddetti. Aile dostu yedi ay sonra aradan çekildi ve bana açılmış tereke davasına girebilmesi için ben de bir avukat tuttum. Yasal haklarımın resmen bildirilmesi için Aile Mahkemesi'nde de dava açtım.
- Siz neler hissettiniz bu süreçte?
- Ölümün ardından jet hızıyla mühürletmeler, mahremiyetlerimizin çiğneniş biçimleri ve gerisi nedeniyle, vazo benim için onarılamaz şekilde kırıldı. Elfe, 'fevri davrandı' diyebileceğim bir çocuk değil, 44 yaşında. Yolunun açık olmasını, ama benimkiyle çakışmamasını diliyorum. Bağları tümden çözüp; ayrı ayrı, babasının eserinin nefes almasına, gün ışığına çıkmasına, sadece ticari çıkar gözetenlerin eline düşmemesine gayret edelim.
MİMAR NEVZAT SAYIN: 'İŞARETLERİ DİKATE ALDIK'
Ömer Uluç'un mezarında, mimar Nevzat Sayın'ın imzası var. Daha önce şair Edip Cansever'in mezarı için de çalışan Sayın'la Uluç eski dost, tanışmaları da yıllar öncesine uzanıyor: "Sanırım Mithat Şen tanıştırmıştı, ama hep tanıyormuşum gibi gelen insanlardan biri olmuştu Ömer Uluç. YKY'nin Cogito dergisinde yayımlanmak üzere, mimar Turgut Cansever, edebiyatçı Enis Batur ve sanatçı Ömer Uluç arasında geçecek konuşmalardan oluşan bir oturum tasarlamış ve yönetmiştim. Bu oturum sırasında, ilk kez doğrudan duymuştum Uluç'un düşüncelerini ve böylelikle yeniden tanışmış ve çok sevmiştim bu kocaman kahkahalı adamı. Ayasofya'da sergilenmek üzere hazırladığım çini sergisine bir işiyle katılması için davet ettiğimde, çağdaş/modernlikle geleneksel/yerellik arasındaki ilişkiyi, 'sonsuz kere tekrar eden şeyler' üzerinden konuşarak epeyce derinleştirmiştik." Mezarı onun tasarlamasını Kanetti istemiş. Sayın da sevinerek kabul etmiş ve "Çok zor olsa da, Ömer Uluç'un ferahlatıcı gücüyle yapabilirim," diye düşünmüş.
ULUÇ'UN İŞARETLERİNE GÖRE HAREKET ETTİK
Nevzat Sayın mezarı nasıl tasarladığını ise şöyle anlatıyor:"Yerin özellikleriyle konunun özellikleri çakıştırıldığında biçim de belirmiş ve kurgu bitmişti: Benim en çok sevdiğim, onun için de ayrı bir yeri olduğunu bildiğim ikonik figür yanı başında duracak ve Uluç'un onu çekip çıkardığı masalları, gördüğü yeni şeyleri katarak yeniden anlatacaktı ustaya. Hep yapılageldiği gibi, beyaz Marmara mermeri ile çalışmak istediğimi söylediğimde; Vivet 'Hiç sevmezdi beyaz mermer taşını,' deyince, ilk aklıma gelen 'ege bordo' denilen taş olmuştu. Çini sergisinde kullandığı işin zemin rengini hatırlatıyordu. Onun işaretiyle karar vermek, keyfi sayılabilecek bir karar vermekten daha iyi gelmişti. Ocakları kapandığı için zorlu bir uğraş sonunda bulabildik taşı. Tam istediğimiz kadardı. Bu da bir işaret sayılırdı. Büyük kullandığımız figür, en sevdiğim Ömer Uluç işi. Diğeri de çok güzel tamamlıyordu kurguyu. Adını, ÖMERULUÇ olarak bitişik yazmak benim fikrimdi. Sağ olsun Vivet de 'Olmaz,' demedi."