- Alt sınıftan gelmenin avantajı oldu mu?
- Bir avantajı yok. İyi şartlarda büyüyorsanız, başka sınıflardan insanların hayatını merak edersiniz. O bir entelektüel meraktır. Ama benim içinse durum şu: Keşke durumlar daha iyi olsaydı da başka işler yapmayıp sadece yazsaydım. Bir de sokaktan gelince tekrar sokağa dönmek istemezsin. Ben evde çok rahatım, niye tekrar sokağa döneyim? Ciğerini biliyorum sokağın.
TELEVİZYON İNSANIN AKLINI ALIR
- Kitap ve diziyle gelen 'şöhret' kimyanızı bozdu mu?
- Bozmuştur herhalde. Ben edebiyatın imkanları dışında tanındım. Kitap yazdım ama çok da önemsenmedi. Ne zaman dizi çıktı o zaman 'Aaa, böyle bir yazar varmış, dur hele bir okuyalım,' durumu oldu. Bu da benim dışımda gelişen bir şey. Biraz şans. Tabii bu da beni bozmuş olabilir. Zaten benim gibi adamlar için bu tür şeyler tehlikelidir. Çünkü 'Bugünü kurtardık, yarın ne olacak?' diye bıçak sırtında yaşıyorsun. Mesela Ankara'dayken, Ercan Mehmet Erdem (Behzat Ç.'nin de senaristi) ile 175 bölümlük, günlük bir dizi yazmıştık. Ben şimdinin parasıyla 1500 - 2000 bin TL biriktirebilmişim. 'Ya senaryo yaz,' diyorlardı. 'Yok, benim param var,' diyordum. Ama şimdi, baktım herkesin elinde iPhone var, tık tık oynuyor, canım çekti, ihtiyacım olmadığı halde gittim satın aldım. Artık ben de tıklıyorum.
- Diziyle gelen tanınırlık sayesinde bir sürü oyuncuyla, yönetmenle tanıştınız. Bunun getirisi, götürüsü oldu mu?
- Oldu aslında. Mesela sinema, dizi, televizyon işleri insanın hayatını bloke ediyor. Sürekli yeni bir şey yapalım derdine düşüyor ya da tuhaf bir koşuşturmaca içinde yaşıyorsunuz. Edebiyat dışarıda kalıyor. Üç senedir Behzat Ç. dizisi nedeniyle bir koşuşturmaca içindeyim. Üç yılda bir roman yazamadım. İnşallah bundan sonra yazacağım. Zaten akıllı insanın televizyonda işi yok. Ya da şöyle söyleyeyim, televizyon insanın aklını alır.
PENÇELER SÖKÜLÜNCE, LAFLAR KESKİNLEŞİYOR
- Ankara kökenli bir yazar olarak İstanbul entelejansiyası tarafından kabul görmekte güçlük çektiğinizi düşünüyor musunuz?
- Senin entelejansiya dediğin sanat sepet çevresi için ben kaba bir adamım. Daha sokaktan gelmiş bir adamım. Ama geri dönüp baktığım zaman da şunu görüyorum: Sokak için de artık kibar kalıyorum. Sanki benim pençelerimi söküp tekrar sokağa bıraktılar. Mesela dışarıda kavga oluyor 'Aman abi, sen karışma,' diyorlar. 'Niye?' diyorum. 'Abi sen yazar adamsın,' diyorlar. Diğer çevre için de fazla kabayım. Şaka yapıyorum, anlamıyorlar. Mesela kadınların arabayı park edememesiyle ilgili şaka yapıyorum. Ciddiye alıyorlar. 'Adam amma da maçoymuş,' diyorlar. İroni mesafesi yok.
- Bu durum sizi öfkelendiriyor mu?
- Agresif oluyorsun. Pençelerin söküldüğü için her şey lafta kalıyor. O zaman da laflar daha keskinleşiyor.
- Günlük hayatınız ne kadar değişti?
- Aslında pek değişmedi. Ben kendi çevremi değiştirmiyorum. Beşiktaş'tan pek çıkmam. Diziden önce de Külüstür'e (Beşiktaş'ta bir bar) giderdim, şimdi de gidiyorum. Arkadaş çevrem aynı. Maça gidiyorum. Onun dışında evdeyim, işim gücüm yok. O kadar ki Ulysses'i bile okudum, o derece işim yok.
ANNEM HÂLÂ 'SİGORTAN VAR MI?' DİYE SORUYOR
- Anneniz nasıl bakıyor bu yazarlık serüveninize?
- Valla benim annem kitap okuyan biri değildir. Kitaplarımı komşular okumuş, ona anlatmış. Behzat Ç.'nin dizi olması iyi oldu. Annem diziyi izliyor, ne yaptığımı görüyor.
- 'Bizim oğlan sonunda yırttı,' diyor mu?
- Demiyor. Hâlâ 'Sigortan var mı?' diye soruyor, 'Bağ- Kur'lu olalım,' diyor. Annem için Bağ-Kur'a bağlandık.
- Kitapta babanızın vefatını yazdığınız bir öykü var. Erken kaybetmişsiniz...
- İnsanı birden büyüten olaylar vardır. Bizim ailede de bir dönem arka arkaya ölümler oldu. Biri de babamın vefatıydı. Birden büyüyorsun işte böyle durumlarda. Bir de o dönem ölümü daha fazla düşünmeye başladım. Ayrıca bir haksızlık duygusu oluştu. Bir sürü adam yaşıyor, ama senin baban ölmüş 50 yaşında, sen de 20 yaşındasın. Adamın bir gözü toprağa bakıyor; ihtiyar, bencil, aksi, bastonunu kafana geçirecek gibi duruyor, 40 tane hastalığı var ama o yaşıyor... Ama odunları jilet gibi ortadan ikiye yaran baban birdenbire ölüyor. Babamın öldüğü ne zaman kafama dank etti biliyor musun? Odun getirmek için kömürlüğü gittiğimde.
- Nasıl yani?
- Annem 'Kömürlükten odun getir,' dedi. Kömürlüğe gittim, rahmetli bir ton odunu ortadan ikiye jilet gibi yarmış. Nasıl yarmış öyle odunları, şaşırdım. Aradan bir süre geçti, odunlar bitti. Odun aldık. 'Babam yardıysa odunları ben de yararım,' dedim. Vuruyorum, vuruyorum kırılmıyor. Ya da üçte biri kırılıyor. O zaman babamın yokluğunu anladım.
BÜNYE ALIŞMIŞ, HAFTA SONU MAÇA GİTMEM LAZIM
- İyi bir Beşiktaş taraftarısınız...
- Evet, bizim bütün aile Beşiktaşlı. Yalova'dan deniz otobüsüyle Kabataş'a gelirdik, maç izlemeye. Ben ilk maça şöyle gittim: 'Deniz otobüsünden Kabataş'ta in, sonra da sese doğru yürü,' dediler. 10 yaşındayım, indim Kabataş'ta sese doğru yürüdüm, gerçekten stat karşımdaydı. O gün bugün Beşiktaş maçlarını takip ediyorum. Son üç yıldır Beşiktaş'ta oturuyorum, daha düzenli takip ediyorum.
- Hayatınızı maçlara göre mi ayarlıyorsunuz?
- Ajandaya maç günlerini yazıyorum. Maç günleri arkadaşlara 'Çok acil bir şey yoksa beni azat edin,' diyorum. Bazen de şöyle oluyor: Ya bir şey okuyorum ya yazıyorum, evden çıkmıyorum. Birileriyle görüşmem gerekirse maçtan önce gittiğimiz parkta buluşuyorum o insanlarla.
- Bir yapımcıya kombine aldırma hikayeniz varmış, nedir o?
- Erken Kaybedenler kitabındaki öykülerimden Yukarıdaki Terörist film yapılacak. Yapımcı bana 'Avans vereyim mi?' dedi. Ben de 'Yok bana kombine al, maça gideyim,' dedim. Aldı o da.
- İkinci bir takım daha tutuyorsunuz: Gençlerbirliği.
- Bünye alışmış, hafta sonu oldu mu benim maça gitmem lazım. Ankara'da yaşarken de Gençlerbirliği'nin maçlarını takip ediyordum. Çok efendi bir taraftar kitlesi var Gençlerbirliği'nin. İletişim Yayınları'nda takılan entelektüel bir ekip de sürekli maçta. Ben de yayınevine gidip gelirken 'Ben de geleyim maçlara,' dedim. Onlarla maça giderdik.
- Peki Beşiktaş - Gençlerbirliği maçında ne yapıyorsunuz?
- Evde oturup izliyorum. Biraz sıkıntı oluyor. Ama bence bir insan iki takım tutabilir.
GERÇEKTE KİMSE BEHZAT Ç. İLE KARŞILAŞMAK İSTEMEZ
- Behzat Ç. sayesinde insanlara polisleri sevdirdiğinizi düşünüyor musun?
- Aslında gerçek hayatta polis sevilmiyor. Ama kurmaca olunca insanlar seviyor. Mesela gerçek hayatta kimse Behzat Ç. gibi bir polisle karşılaşmak istemez. Alkollü, gelip senle lanlı lunlu konuşuyor. Ama TV'de görünce, bir de kötülere karşı bir mücadele ediyorsa seviyorsun. Galiba biraz da şöyle bir tarafı var işin. Eskiden Hulusi Kentmen'in canlandırdığı babacan polis tipi vardı. Bunun gerçek hayatta bir karşılığı yoktu. Ama Behzat Ç.'nin gerçek hayatta bir karşılığı var. Hayatta bu tür polisleri gördüğümüz için insanlara inandırıcı geliyor.
- Peki polislerden size nasıl tepki geliyor?
- Valla 'Hayatımda kimseye tokat atmadım,' deyip eleştiren polis de var; 'Abi tam bizi anlatmışsın, böyle devam et,' diyen de... Alt kademedeki polisler seviyor Behzat Ç.'yi, ama müdürlere doğru çıkınca söylem değişiyor, 'Böyle polis olmaz,' diyorlar. Zaten bir emniyet müdürü 'Behzat gibi polis olmaz,' diyorsa, kesin vardır. Sonuçta memlekette olup biteni görüyorsun. Mesela geçen sene dur ihtarına uymadı diye bir sürü insan öldürüldü. Polislerin ifadesi hep aynı: 'Arkadan ateş etmedik, ayağımız kaydı, düşerken silah ateş aldı.' Adli Tıp'a soruyorlar 'Bu mümkün mü, kurşun sekerek mi gitmiş?' diye. Doğrusal ateş edildiği tespit ediliyor.
İLK KİTA BIMI ÖDEV OLDU ĞU İÇİN OKUDUM
- Çocukken iyi bir okur muydunuz?
- Ben kitap falan okumuyordum, mahallede top peşindeydim. Orta sona gelmişiz, okur-yazarım ama hâlâ kitap okumamışım. Öğretmen, 'Yarı tatilde bir kitap okuyun, öyle gelin,' deyince, el mahkum kitap okumak zorunda kaldım. 15 gün tatilimiz var, onda da kitap okuyacağız diye canım sıkıla sıkıla babama gittim. 'Baba, öğretmen ödev verdi, kitap okumam lazım. Bana bir kitap versene,' dedim. Büyük bir kütüphanesi vardı, bana Sabahattin Ali'nin Sırça Köşk'ünü verdi. Okudum, acayip hoşuma gitti. Sonra gidip 'Baba bu güzelmiş, aynı tarz bir kitap daha versene,' dedim. Çehov verdi. Öyle başladı okuma maceram. Ama okudukça, ben de yazarım böyle şeyler duygusu gelmeye başladı. 'Aaa güzelmiş aynısından biz de yaparız' kafasını işte, Türk mantığı. Dolayısıyla benim okumamla yazmam aynı anda başladı.
- Babanızın evde kütüphanesi var, ama siz pek ilgilenmediniz yani?
- Valla o zamanlar dışarıda top peşinde koşmak bana daha mantıklı geliyordu. Bir çocuğun evde oturup kitap okuması sağlıklı bir şey değil zaten. Çıksın, sokakta oynasın. Nasıl olsa büyüyünce okur.