Güzel bir Kabil günü, henüz trafiğin rahat, Afganistan'a has o sarı sıcağın kentin üzerine çökmediği saatler. Tam o sırada acı bir fren sesiyle durdu, eski püskü taksi. Arka koltukta oturan beyefendi hızla ön tarafa doğru bir gitti, geldi, kafasını ön koltuğa çarptı. O acı içinde kendisini toparlamaya çalışırken, şoför ön koltuktan arkaya doğru hamle etti ve arkada oturan adama doğru kendini "Allah Allah" diye savurdu. Allah için korktu yolcu, henüz sarsıntının etkisinden çıkamamıştı. "Şimdi bana vuracak" diye düşünüp, gardını aldı. Oysa ki adı Zafar olan şoförün tek derdi, adama sarılmak, sevgi ve saygısını göstermekti, ama Ömer Tarzi nereden bilsin bunu? Şoför heyecanlanmıştı çünkü yolcu bir Afgan kahramanı olan Mahmud Tarzi'nin torunu olduğunu söylemişti. Sonunda Zafar büyük bir muhabbetle Ömer Tarzi'ye sarıldı, saygısını sundu, bütün bunlar trafiğin ortasında olduğu için de elbette trafik bir süreliğine altüst oldu. Hatta olaya trafik polisi de karıştı, ama o da Tarzi adını duyunca Zafar'dan farklı davranmadı. Yukarıda anlattığımız olay Ömer Tarzi'nin kaleme aldığı İki Kral Bir Lider kitabından alındı. Kitap 1860 ile 1933 yılları arasındaki Afganistan'ı, ülkenin kaderinde rol oynayan Tarzi ailesi üzerinden anlatıyor. Aile ülke yönetimine dahil olunca, her büyük siyasi çalkantıda ülkeyi terk etmek zorunda kalmış, iki büyük sürgün yaşamış. İlki ailenin büyük büyükbabası Gulam Muhammed zamanında ikincisi ise bu kitaba konu olan Afganistan'ın ilk dışişleri bakanı Mahmud Tarzi döneminde. İlk sürgünde Osmanlı İmparatorluğu, sonrasındaysa Türkiye Cumhuriyeti aileye kapılarını açmış. Mahmud Tarzi, Afganistan'ın hep ileriye bakan yüzü olmuş. Tarzi hem Kral Habibullah hem de aynı zamanda Kral Aman Ullah ile birlikte çalışmış. Üstelik kızı Süreyya, Aman Ullah'la evlenmiş. Her iki kral da hep çok önem vermiş onun görüşlerine. En son Kral Aman Ullah Han'ın ailesiyle birlikte 1929 yılında terk etmek zorunda kalmışlar ülkelerini. Aman Ullah, yakın dostu Atatürk'e bir mektup yazarak öncelikli olarak kayınvalidesi ve ailesinin Türkiye'ye yerleşmeleri için izin verilmesini istemiş, talebi hemen kabul edilmiş. Böylece Tarziler onlara kucak açan İstanbul'a doğru yola çıkmış. Aile o günden beri İstanbul'da yaşıyor.
Şu anda Tarzilerin en büyük erkek üyesi olması sebebiyle Ömer Bey ailenin başı. Nesiller arası bağı korumak, aile ve Afganistan tarihini gençlere anlatmak onun görevi. Sırada Rus işgalindeki Afganistan'ı anlatan kitap var, sonrasında ailenin İstanbul günleri üçüncü bir kitaba konu olacak. Elbette başrolde hep Afganistan var. Aslında Tarzi soyadına yabancı değiliz, hiç yoksa Dr. Pakize Tarzi'yi ve hastanesini biliriz, nice çocuk hayata gözlerini orada açmıştır (Pakize Hanım ailenin bir diğer kolunun gelini). Ya ailenin genç üyelerinden tasarımcı İdil Tarzi. Üstelik sadece bizim için değil, uluslararası arenada da bilinen bir aile Tarziler.
'ALLAH' DİYE BAĞIRDILAR
Ömer Bey ata toprağına ilk kez 2003 yılında gidebilmiş. O günkü hislerini şöyle anlatıyor: "Mahmud Tarzi ismiyle oraya gidince her şey değişiyor. Kapıların açılmasını bırakın, en güzel tarafı sevgi, saygı, hürmet başlıyor. Ve bunu çok samimi yapıyorlar. Çünkü Mahmud Tarzi onlar için bir vatansever, bir halk adamı, bir edebiyatçı, bir şair ve politikacı. Ve bu politikacı vasfıyla Kral Aman Ullah'la beraber, bir ülke kuruyorlar. Afganistan'a ilk gidişimde Afgan uçağına bindim, havalandık, havalanına indik. Akrabalar, diplomatik erkan gelmişler, zaten kapıda Tarzi adını görünce, 'Allah Allah' diye eğilenler, sevgi, saygı gösterisi... Derler ya 'Toprağı öptü' diye... Ben o duyguyu hissettim hakikaten orada. Yani baba toprağına kavuşmanın bir hassas noktası oldu." Tarzi ailesinin hikayesini Afganistan'dan ayırmak mümkün değil. Çünkü ailenin dahil olduğu kabile 1700'lerden beri ülke üzerinde söz sahibi olmuş. Mahmud Tarzi, ilerici bir müezzin olan Şeyh Saleh El-Mesudi'nin kızı Resmiye Hanım'la evlidir. Resmiye Hanım iyi eğitim almış bir hanımdır. 20 yıl Şam'da yaşayan Tarzi ailesinin tüm fertleri iyi eğitim almıştı, kadınlar dahil. Giyim kuşamları buna göreydi. Tekrar Afganistan'a döndüklerinde Kral Habibullah'ın ailesi de bu durumdan hoşnuttu hatta Tarzi ailesi onlar için örnek konumundaydı. Emir Habibullah, Mahmud Tarzi'den kızı Hayriye'yi büyük oğlu Enayet Ullah'a istedi. İki genç kısa sürede evlendi. Sonrasında Mahmud Bey'in kızı Süreyya, Emir'in diğer oğlu Aman Ullah'la evlendi. İleride Aman Ullah kral, Süreyya da Afganistan kraliçesi olacaktı. Mahmud Bey, damadı Kral Aman Ullah'la çok yakındı. Onun eğitimiyle bizzat ilgilenmişti. Genç kral ve kraliçe ülkelerini uluslararası arenada başarıyla temsil ediyordu. Fakat Afganistan her ayağa kalkmaya çalıştığında olduğu gibi her ilerici hareket karşısında kazan kaynamaya başlıyordu. Ülke kumpasların hedefi oldu. Aman Ullah Han ihanete uğradı ve Mahmud Tarzi ile birlikte tüm aile 1929'da ikinci kez sürgün hayatına döndü. Aileye tekrar Afganistan kapılarının açılması uzun yıllar sonra olacaktı.
BİZ NİYE BÖYLE OLAMADIK?
Kraliçe Süreyya'nın hayatta olan iki kızından Prenses Naciye İstanbul'da yaşıyor. Roma'da yaşayan Prenses India'nın ise bir ayağı hep Türkiye'de ve Afganistan'da. Onlarınki Kandahar'da başlayıp Şam'dan İstanbul'a hatta Roma'ya, Cenevre'ye uzanan ince ince işlenmiş, dantel gibi bir hikaye... 2003 yılından itibaren Ömer Tarzi sık sık Afganistan'ı ziyaret etmiş, "Tüm kapılar sorgusuz açıldı, devlet hep yardımcı oldu" diyor Ömer Bey. Hatta öylesine iyi karşılanmışlar ki Afganistan İslam Cumhuriyeti'nin başı olan Karzai ile çok iyi ilişkiler kurulmuş. Hep ayağa kalkmaya, ileriye gitmeye çalışan Afganistan'ın her seferinde ayağına bir dolaşan olmuş. Önce koloni kültürünün hakim olduğu İngilizler sonrasında Rus işgali... Bir türlü başını kaldıramamış bu Orta Asya ülkesi. Ömer Bey hayıflanıyor ama bir yandan da Afgan damarı kabarıyor: "İngilizler iyi ki o kadar baskı yaptı, onların Afgan halkına yaptıkları en büyük iyilik oldu bu. Bu sayede tam iki kez Afganistan İngiltere'yi savaş meydanında yerle bir etti. İngilizler ilk yenilgilerini Afgan halkının elinden tattı. Düşünebiliyor musunuz koloni imparatorluğu İngiliz ordusunu ilk defa yenen Afganistan'dır. İki kez mağlup ettiler ve masaya oturttular. Düşünün Orta Asya'da Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra ikinci büyük krallıktı Afganistan. Ve ahenk içinde kalarak, kabileden bir bayrak altında yaşayan millete dönüşmeyi hedefliyorlardı. Orta Asya'da 1900'lü yıllarda böyle bir durum olması çok önemli bir hadise aslında... En büyük şans Türk devleti oldu bizim için. Başında Atatürk gibi bir idealist kurucu lider, İsmet Paşa gibi aklı başında bir uygulayıcı adam... Büyükbabam buna çok değer veriyordu, 'Biz niye böyle olamadık?' diye çok hayıflanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'ni örnek alıyordu dedem Mahmud Tarzi ve Kral Aman Ullah... Türkiye gibi bir ülke olabilirdi Afganistan, olamadı." Afganistan'ın kalbindeki yerinin ayrı olduğunu dile getirirken son olarak şunları söylüyor Ömer Tarzi: "Bir şey eksik Afganistan'da ama o nedir bulamıyoruz... Asya'da gayet güçlü devletler var oysa ki, 1800'lerde bile ilerlemek için girişimler olmuş ama olmamış... Ümit ederim, yakarışım da odur ki bu güzellikler Türkiye'yi de Afganistan'ı da iyi noktalara getirsin."
OKULDA PRENS ÖMER
Ömer Tarzi'nin babası, Mahmud Tarzi'nin oğlu Tavvab Bey, aile İstanbul'a göç edince bir Rumeli kızı, Osmanlı Türkü olan Zakire Hanım ile evlendi. Tavvab Bey Türk ordusunda misafir asker olarak görev yaptı. Ömer Bey babasının uzun yıllar Anadolu'da görev yaptığını ve annesi Zakire Hanım'ın hiç şikayet etmeden ona eşlik ettiğini anlatıyor. İstanbul'da normal bir aile gibi yaşamaya başlar Tarziler. Yetişkinler işe girer, çocuklar okula gider. Ama hep bilirler, onlar bir ülkenin kaderine etki eden köklü bir soydan geliyor. Hatta Ömer Bey ilk çocukluk yıllarını bakın nasıl anlatıyor: İlkokul üçüncü sınıftan itibaren lise sona kadar "Prens Ömer'dim ben. Okuduğumuz okuldaki arkadaşlarım, aileler arasında 'Afgan Kralı'nın oğlu' falan gibi laflar yayılmış, çok doğru olmayan şeyler de konuşuluyor tabii... Ama arada kral, prens lafı geçince 'Prens Ömer' oldum ben. Bir ara benimsedim, hoşuma da gidiyordu, yani öyle bir devre geçirdim arkadaşlarım arasında...
PRENSES INDİA 90 YAŞINDA
Ömer Tarzi Prenses India'yı şöyle anlatıyor: "Nefis bir insan, 90 yaşında. Çoğu zamanını Afganistan'da geçiriyor. Hayır işleri yapıyor, su kuyuları açıyor. Ve bütün bunları Mahmud Tarzi Vakfı adına yapıyor. Hiç gocunmadan, kışın ortasında araba gönderiyorlar, biniyor gidiyor, bir kahvede toplantıda konuşma yapıyor. Kadınlarla beraber oluyor, kızıyor, azarlıyor, çocuğuna neden bakmıyorsun diyor. Gerekli yardımları yapıyor. Asıl olarak Roma'da yaşıyor. İstanbul'a birkaç ay geliyor. Hindistan yolunda doğmuş o nedenle adı India..."
AFGANİSTAN EN BÜYÜK AFYON ÜRETİCİSİ
Bugün Afganistan, en geri kalmış ülkelerden biri. Dünyanın en büyük afyon üreticisi. Ailelerin yüzde 74'ü çoluk çocuk afyon kullanıyor ve üretiyor. Uyuşturucu o ailelerin normali olmuş. Afganistan nüfusunun yüzde 42'si günlük 1 dolar ile yaşamını sürdürüyor. Ülkede altyapı yok, kanalizasyon yol kenarlarında üzeri açık şekilde duran kanallardan ibaret. Hanelerin yüzde 85'ine bugünün koşullarında su verilemiyor. Tarzi ailesi baba toprağını unutmuş değil, kurdukları bir vakıf aracılığıyla Afganistan'ın gelişimine katkıda bulunmak istiyorlar. Ömer Tarzi yıllar sonra ayak bastığı Afganistan'ın son durumunu bakın nasıl anlatıyor: "Uyuşturucu, afyon bir bela. Dünyada kullanılan afyonun yüzde 92'si Afganistan'da üretiliyor. Dolayısıyla bu öyle kemikleşmiş yapısal bir organizasyon ki her yerde ilişkileri var. Ve bu durumu isimlendiremezsiniz. Hikmet Çetin'in bu konuda çok büyük çabaları oldu. Başarma noktasına da getirdi işi fakat malum zorlamalar sonucu olmadı." Üzüntüyle devam ediyor anlatmaya Ömer Tarzi: "Adamı ikna ediyorsun, afyon yetiştirmemesi konusunda, geliyorlar adamı tehdit edip gerekirse zarar veriyorlar. Ama elbette oraları çok zor yerler. Ülkenin gelişmesi durmuş. Hatta dibe vurmuş... O ortamda adam gününü geçirmeye, ailesinin, çocuklarının yaşamasına bakıyor. Maalesef bu büyük bir hızla yayılıyor. 11 yaşında çocuklar bile kullanıyor."