Hep merak edilen adamlardan o... Konuştukça, tanıdıkça "Keşke daha çok vakit geçirme şansımız olsa" diye düşündüren insanlardan... Keyifli, yaşamı bir lütufmuş gibi yaşayanlardan... Belki de bu yüzden her yaştan kadını kendine hayran bırakabiliyor. Ama bu ara Selçuk Yöntem, hayran kitlesini oyunculuğuna hasret bıraktı. Kim Milyoner Olmak İster? yarışmasını sunmanın dışında, onu ekranda görmek mümkün değil. Birçok dizi için adı telaffuz ediliyor ama hiçbirinin gerçeklik payı yok. Yöntem, ekranlara bir süreliğine veda etmiş durumda... Kendine göre nedenleri de var... Hepsini konuştuk... Ama öncesinde biraz Selçuk Yöntem'in geçmişinde dolanalım... İstanbul Eyüp'te doğan Yöntem, Şişli Terakki Lisesi'nde okudu. Ardından konservatuvar macerası başladı. İlk yıl okuldan atıldı ama yılmadı. Danıştay kararıyla okula döndü. İlk evliliğini üniversite yıllarında tanıştığı Zuhal Olcay'la yaptı... Bir yıl süren evlilikten geriye, bugünlere uzanan bir dostluk kaldı... 32 yıldır Cihan Yöntem ile evli... Onlar eşiyle her şeyin ötesinde iyi arkadaşlar... Kızları Iraz da, tıpkı Selçuk Yöntem gibi tiyatro sanatçısı... Bundan sonrasını Selçuk Yöntem anlatıyor;
- Konservatuvardan mezun olduktan sonra tiyatro ile yürümek varken, siz sadece dizilerde de çalıştınız. Bir tercih miydi bu?
- Bizim dönemimizi ele alırsak, bizler daha idealist bir yapıya sahiptik. Kimse kusura bakmasın; okulumuzu okurken mesleğimize karar verdiğimizde daha bilinçli hareket eden bir jenerasyonuz biz. Bunu yaptığımız için yan işler kendiliğinden gelmeye başladı. Çünkü eğer mesleğinizde iyi olmaya çabalarsanız, onun kolları var; film yapmak, dizi yapmak, sunuculuk yapmak gibi... Devlet tiyatrosu ailesine katıldıktan bir yıl sonra ilk dizimi yaptım. Atlı Karınca diye bir diziydi. Sonra kendi idealist yapımızda karar verdik; 10 yıl dizi yapmayacağız diye...
- Biz diye sözünü ettiğiniz kişiler kimler?
- Kendi jenerasyonum, arkadaşlarım... Zuhal Olcay, Levent Öktem, Rüçhan Çalışkur, Derya Baykal, Melek Baykal... Gerçekten çok idealist bir tavırla bakıyorduk her şeye... Yüzümüzü eskitmeyelim, tiyatronun evrenselliğiyle, insanla daha iç içe olalım istedik. Toplumla daha çok birlikte olalım ve kaynaşalım dedik. Aradan yedi yıl geçti ve ben hiç dizi yapmadım. O zamanlar dizi yapmak, sinema filminde oynamak çok büyük bir olaydı. Çok ünlü bir dizi yaptım, Ahmet'in Günlüğü isimli... Atlı Karınca'yı yaptığımız zaman, her bölümde bir tiyatro yazarının kısaltılmış oyunlarını oynuyorduk. Tüm bu yıllar boyunca tiyatro aynı hızı ve heyecanıyla devam etti, çok güzel prodüksiyolar içinde yer aldım. 90'lı yılların ortalarına geldiğimizde kanallar çoğaldı ve iş üretimi arttı. Devridaim başladı. Dizi olayları gelişmeye başladı. Yani 90'larda vardiya başladı! O dönemde ilk serüvenim Süper Baba'ydı. Ve diziler 45 dakikaydı. Ben sete çağrılmayı bekliyordum, "Keşke daha çok çağırsalar" diye bekliyordum. O zaman da dizilere reklam arası dizi deniyordu. O kadar çok reklam yayınlanıyordu ki. Sonra RTÜK kuruldu ve buna çare bulundu ve reklamlar dakikalara bölündü. O zaman iş çığrından çıktı, diziler uzadıkça reklam artıyordu. İş bu noktaya geldi yani 120 dakika dizi çekilir hale gelindi.
HANGİ YÜZÜ SATACAĞIM?
- Bu yorgunluğun ötesinde bir oyuncuyu nasıl etkiler?
- 1990'lı yılların sonunda üç sinema filmi yaptım ve bunların her birini 14 günde çektik. Şimdi dizi için aynısını beş günde çekiyoruz. Bu giderek kaliteyi de yok ediyor, oyuncu performansını da etkiliyor. Suratlar düşüyor. Ve bugünlere gelindi. Bir de baktım ki tüm bunları yaparken bir yarışma programı sunmaya başladım, Büyük Risk. Sonra o bitti, kaderin bir cilvesi Kim Milyoner Olmak İster'i sunmaya başladım. Bu bir sunuculuk işi değil, aktörlüğün yan kolu... Orada da bir oyun var, rol var. Ama bir yarışma programı sunarken bir dizi yapmak çok çok yorucu.
DİZİ ÇEKMEYİ ÖZLÜYORUM AMA...
- Bir ara yarışmayı sunduğunuz dönemde Bugünün Saraylısı'nda oynuyordunuz...
- Bu saatten sonra dizi çektiğimde onun tadına varmak istiyorum. Çünkü yüzünüzü, sesinizi satıyorsunuz. 14 saat çalışarak hangi yüzü, sesi satacağım?
- Günde 14 saat çalışınca ne oluyordu size?
- Bir kere gerginlik, stres, sinir... Bu bireysel değil tüm ekip için geçerli. Set ekibi dehşet biçimde yoruluyor ve mucize yaratıyor. Bu gerginlik yayıldığı zaman o işin sağlıklı olması mümkün mü? Siz komedi oynuyorsunuz, gece saat 04:00'te uyandırıldığınızda, kimi güldürebilirsiniz? Gece yarısı, o suratla nasıl bir enerji yansıtacaksınız?
- Ama yıllarca yaptınız...
- Evet. Yaptım, yaptık... Bir zaman geldikten sonra, artık 120 dakikalık bir dizi çekim sürecini kaldırmam mümkün değil. Artık beş gün çalışma temposunu kaldırabileceğimi sanmıyorum. Beni heyecanlandıracak bir senaryo olmadığı sürece yapmış olmak için dizi yapmayacağım.
- Özlemiyor musunuz?
- Özlemez olur muyum! Özlüyorum. Set atmosferini yaşayıp, sonuca ulaşıp, onu ekranda görmek ve seyirci reaksiyonunu almak kadar mutluluk verici bir şey yok. Ama bu işi üretirken iki saat mutlu, dokuz saat mutsuz olursan tadı kaçıyor. İnsanın hayatından çalıyor.
- Her gün yeni bir yüz, yeni bir star... Nereye kadar gider bu böyle?
- Kalıcı olmak gerekiyor, aranan yüz olmak gerekiyor. Bunu genç jenerasyon için söylüyorum. Türkiye'de herkes bir gecede şöhret olabiliyor. Bir diziyle meşhur olmak mümkün. Ondan sonra bir dizi daha oynuyor ama o tutmayabiliyor ve yeni insanlar aranıyor. Üretilen nitelikli olmuyor çünkü tüketim çok çabuk. O zaman kalıcı olmuyorsunuz, aranan yüz olamıyorsunuz. Bu işin sırrı, aranan yüz olmak, kalıcı olmak... Herkes ünlü olabilir ama aktör olamaz.
"Aman Allah'ım nasıl yaptım?"
- Kendi tarihinize baktığınızda, nereden oynadım dediğiniz işler var mı?
- Keşke yapmasaydım dediğim bir iki iş var. Ama isim vermek ayıp olur. Yaptık artık! belki öngörüm iyi değildi. Ya da o anki şartlarda sunulanlara inandım. Bir iki iş var ki; "Aman Allah'ım nasıl yaptım?" diyorum.
- En keyifli setiniz hangisiydi?
- Aşk-ı Memnu. Hepsinin çok büyük keyfi vardı ama senaryoyu okumak, heyecanlanmak... Yönetmeni, oyuncusu, yapımcısı hepimiz keyifliydik. Hep konakta geçtiği için birbirimizle çok iç içeydik. Bugünün Saraylısı da öyleydi, keyifli bir setti...
- Şimdi bir dizi projeniz var mı?
- Şu ana kadar hiçbir diziyle anlaşmadım. Yalan yanlış haberler çıkıyor.
- Bu aralar en büyük keyfiniz ne?
- Son 10 yıldır puro içmekten büyük keyif alıyorum. Seyahat de ayrı bir zevk benim için...
Sağlığına kavuşur kavuşmaz koltuk Kenan'ındır
- Kenan Işık'ın rahatsızlığı nedeniyle onun koltuğunu devraldınız. Bu nasıl hissettiriyor?
- Kenan Işık Kim Milyoner Olmak İster? yarışmasını çok güzel sunuyordu. Toplumda onunla anıldı bu iş. Ben de onu izlemeyi çok seviyordum. Yıllardır aynı nitelikte ve kalitede devam etti. Yaşamdaki bu aksilikler bizi buraya getirdi ve ben sunmaya başladım. Elimden geleni de yapmaya çalışıyorum. Onun bıraktığı noktadan alıp bu işi bir yere götürmek kolay değildi. Çünkü yarışma onunla özdeşleştirilmişti. Ama benim için hep çok hüzünlü oluyor bu tecrübe. Tarif edemediğim bir duyguyla ve hüzünle sunuyorum yarışmayı. İnşallah sağlığına kavuşur. Mucizelere inanmak gerekiyor. Kenan sağlığına kavuşur kavuşmaz koltuk onundur.
- Yarışmada çileden çıktığınız anlar oluyor mu?
- Nereden bakarsak bakalım bu bir yarışma programı. Heyecan var, seyirci faktörü var, kamera telaşı var. Fakat programın formatına göre ilk sorular özellikle kolay seçiliyor. Heyecandan ilk soruda elenmek normal. Ki katılsam ben de heyecanlanıp ilk soruda elenebilirim. Fakat öyle şeyler var ki, onların bilinmemesi beni ruhen çok üzüyor. Mesela "İstiklal ne demektir?" diye bir soruyu bilemeyip, telefondaki arkadaşına sorup, o da bilemiyorsa, bir tuhaf olmadığımı söyleyemem. İki ünivesite mezunu insan heyecandan ilk soruda elenebiliyor, bunu anlıyorum. Bence dünyanın en güzel yarışma formatı. Hazırlayanları da çok takdir etmek gerekiyor.
- Siz yarışmacı olsanız kaçıncı soruya kadar gelirdiniz?
- Kuvvetle muhtemel ikinci soruda elenirdim... Yarışmayı ben sunduğum için şöyle bir algı var, soruları ben hazırlıyorum, yarışmacıları ben seçiyorum... Böyle değil durum. Bildiğim yerden gelirse, bir noktaya ulaşabilirim. Demo olarak deneyeceğiz bunu. Ben yarışmacı olacağım.
- Sizi en çok şaşırtan yarışmacı kimdi?
- Ayakkabı atölyesi olan bir beyefendi 125 bin lira kazanmıştı. Bir beyefendi de, 125 bin liralık sorunun cevabını çok güzel açıkladı ama çekildi... O da beni çok şaşırtmıştı.
Kadın hayranlarımın varlığı beni havaya sokmadı
- Hayatınızda dönüm noktası olarak tanımlayabileceğiniz anlar var mı?
- Konservatuvardan gönderildikten sonra davayı kazanıp dönmek bir dönüm noktasıydı. Ve Devlet Tiyatroları'ndan 2000 yılında ayrılıp, bağımsız kalmak iyi bir hareketti. Bunlar güzel kanallar açtı bana.
- "İnsan yaş aldığı zaman bazı değerleri daha iyi algılayabiliyor" demişsiniz. Siz yaş aldıkça hangi değerleri daha iyi anladınız?
- İnsanın değerini daha iyi anlıyorsunuz yaş aldıkça. Özlemin ne olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Müziğin notalarındaki uyumu, insanda bulduğunuz zaman toplumlar mutlu oluyor. Bakmak ayrı bir şey, görmek ayrı bir şey. Görmeye başladığımızda daha mutlu oluyor insan. Biraz daha görme aşamasındayım.
- Sevdiğiniz ve içselliştirdiğiniz insanlara çok sahip çıkıyorsunuz. Hayatınızda eski arkadaş kavramı çok yaygın...
- Birini bulunca bırakmam. Bulduğum dostluklar, arkadaşlıklar iyiyse niye bırakayım ki? Arkadaşlıklar, ilişkiler kolay elde edilen şeyler değil. Bir insanda olumlu taraf yüzde 50'yi aştıysa, bırakmayın. Kimse mükemmel değil. İnsan egosu karşısındakini kendine çevirmeye çalışır hep. Olmaz böyle. Karşımdaki biraz benim gibi olsun, ben biraz onun gibi olayım ve anlaşalım. Aile ilişkilerini, arkadaşlıkları ortak bir noktada buluşturmak lazım. Korunmacı ve korumacı bir yapıya sahibim. Elde ettiğim şeylerden kolay vazgeçmem. Bir yere zor girerim, zor çıkarım.
- Yeni dönemin ilişki sorunu bu. Herkesle arkadaş ama yapayalnız...
- Akıllı telefonlara bakıp, o sayfadan oraya gidip geldikçe hayat geçiyor... O arkadaştan, bu arkadaşa geçtikçe yalnızlaşıyor insan... Yetinmek, sabırlı olmak, o anda elde ettiğin şeylerin derinine inmek lazım. Paylaşım noktaları azaldı. Telefonla görüşüyoruz, yazışıyoruz. Ne kaldı geriye? Buluşmak. Orada da herkesin elinde telefon. O zaman niye buluşuluyor? Kapatın şu telefonları da, konuşalım, gülelim. Herkesin kendini bu konuda disipline etmesi lazım.
- Sizin keyfinizi en çok ne kaçırır?
- Haksızlık. Egoizmden doğan aksaklıklar ve huzursuzluklar...
- Pozitif bir yapınız var. Hep böyle miydiniz?
- Huysuz olduğum anlar vardır elbette. Kol kırılır yen içinde kalır. Genel toplum içinde, huysuz ve gergin olmanın bir anlamı yok. Bir insan durup dururken negatif olmaz. Doğal ve sade olan ortamda sorun çıkarmam.
- Kadın hayranlarınızın artışı sizde nasıl bir etki yarattı?
- Açık konuş Sonat, "Havaya girdin mi?" diye mi soruyorsun? (gülüyor).
- Peki öyle diyeyim, havaya girdiniz mi?
- Yok havaya girmedim. Ama bu durum kendime daha özen göstermeme, daha dikkatli olmama ve beni daha sorumluluk sahibi olmaya itti. Bunlar da güzel dönüşümler oldu.
- "Vay be, ben neymişim?" dediniz mi?
- Hiçbir zaman diyemem onu. Kendimi beğenmem ve şüphe ederim. Ama kendime özen gösteririm. O özeni de, böyle bir kitlenin farkına vardıktan sonra arttığını düşünüyorum. Onların duyguları beni o kadar mutlu ediyor ki, bunu hiçbir şeyle satın alamazsınız, elde edemezsiniz.
Zuhal'le çok maceralı bir yıl geçirdik
- Sizin döneminizde koşullar nasıldı?
- Devlet tiyatrosu sanatçısı olduğum için, tüm birimler ayrıydı ve son derece profesyoneldi. Özel tiyatrolarda dekorları kendimiz taşıdığımız olurdu, onun da keyfi başka. Şu anki alternatif tiyatroların bütçesi kısıtlı ve o gençler her şeyi kendileri yapıyor. Çok takdir ediyorum onları.
- Şimdi bir genç çıkıp ailesine oyuncu olacağım dese destek görür, çünkü popüler bir iş. Sizin zamanınızda nasıl karşılanırdı?
- Rahmetli babam konusunda çok şanslıydım, o beni çok destekledi. Konservatuvara girdim, ilk yılında haksız yere atıldım ve mahkemeye verip, kazanıp tekrar okula döndüm. Okuldan haksız yere atıldığımda geri dönmeme karşı çıkmıştı ama geri dönünce desteğini yine hissettim. Ama insanlar şöyle bakıyorlardı; "Ne konservatuvarı oğlum, okusana!" diyorlardı. Okumanın en derin noktaları var konservatuvarda! Adam keman çalacak, piyano çalacak, bale yapacak. Bunlar her insanın yapacağı şeyler değil. Derlerdi ki, "Oku doktor ol, mühendis ol, bir yere sap ol!" Ya bu topluma sap oluyorsun, daha ne olacak! Toplumu yönlendiriyorsun. Şimdi dizilerin getirdiği şöhret ve para nedeniyle aileler daha çok destekliyor ama eskiden durum böyle değildi. Tabii oyunculuğun da televizyon ekranı olarak algılanması üzücü. Oyunculuğu televizyonda görünmek sananlar var.
- Okulda siz nasıl biriydiniz? Uçarı mı, kaygılı mı, derin mi?
- Çok eğlenen biriydim. Tadını çıkaran biriydim. Hâlâ da öyleyim. "Günler geçiyor, tadına varmalıyız" diye düşünürüm hep. Mezun olacağız ve birbirimizi daha az göreceğiz diye düşündüğüm için okulun sonuna kadar tadını çıkardım. Bazen sette de böyle oluyorum. Çok sevdiğim bir set olunca, sonuna kadar keyfini çıkarmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki bitecek ve birbirimizi bir daha o yoğunlukta görmeyeceğiz. Coşkuyla, severek ve heyecanla yapmazsanız karşılık alamazsınız. Konservatuvardaki heyecanımı hâlâ yaşıyorum, Allah da kaybettirmesin. O zaman yaşama tutunmak zor.
- Konservatuvar bitince bir yıllık bir İngiltere maceranız var... Neden İngiltere'ye gittiniz?
- O zamanlar Zuhal'le (Olcay) evliydik, birlikte gittik İngiltere'ye... Lisan öğrenmek ardından tiyatro ile ilgili bir eğitim almak için. Daha farklı metodları öğrenmeye gittik. Maceralı bir hayat yaşayıp, bir türlü o farklı metodları öğreneceğimiz okula gidemedik (gülüyor). Garsonluk, ütücülük, temizlikçilik aklınıza ne iş gelirse yaptık. Bir yıl böyle sürününce artık kalamayacağımızı düşünüp döndük. Altı-yedi adres değiştirdik bir yılda. Yaşarken zorlanmıştık ama şimdi aklıma gelince çok da keyifli vakitler olduğunu hatırlıyorum. Tam öğrenci kafası... Birgün kaldığımız evde arkadaşımız sobayı tamir ederken, elektrik kontağı yaptırıp, tüm evin elektrik sistemini yaktı ve evsahibi bizi kovdu. Sokakta kaldık. Sonra başka bir arkadaş evine aldı bizi. Şimdi milyon verseniz yapamam bunları. Orada geçirdiğim bir yıl, insan hayatında 15 yıllık tecrübeye bedel. Hem tiyatroya git, hem sosyal hayatı takip et, bir yandan da çalış... Sıkıntıya rağmen muhteşem günlermiş.