2 Ekim 1980, Perşembe günüydü. Ankara'nın duvarları rutubetten boyasını dökmüş bir okulunda, ortaokul öğrencileri sabah saat 7'yi henüz geçmişti ki ellerinde kalem, önlerinde beyaz bir sayfa, harıl harıl yazıyorlardı. Ne yazmak için uygun bir saatti ne de edebiyat öğretmeninin verdiği kompozisyon ödevinin konusu uygun bir konuydu. Dip dibe sıralarda oturan, okul gömleklerinin içinde boğazlı kazakları ile Ankara'nın ayazına karşı koymaya çalışan çocuklara, sert ve ifadesiz yüzü ile bakan edebiyat öğretmeni, "Bu yaz tatilinizde ne yaptınız, bir sayfayı geçmeyecek şekilde yazın" demişti. O yaz, o çocukları için çok şey olmuştu. İçlerinden bir tanesi kalem dahi oynatamıyordu. Edebiyat öğretmeni onu fark etti. Çocuk, öğretmeninin onun yazmadığını fark ettiğini fark etti. Öğretmen yerinden kalktı, ayakkabının topuklarından çıkan sesler tüm sınıfı kaplarken çocuğun başucunda belirdi. Bir süre kafasını kaldıramadı çocuk... Kağıt boştu. Öğretmenin donuk yüzü kadar beyaz olan kağıda tek bir harf bile yazamamıştı. Öğretmen kelime israfına gerek duymadan seri birkaç 'cık cık'tan sonra "Yazık. Basit bir kompozisyonu bile yazamıyorsun. Senden bir halt olmaz." diyerek masasına döndü. Çocuk o ödevi yapamadı. Kağıt, öğretmene bomboş teslim edilmişti.
Yıllar sonra, Ankara'dan çok uzakta; Fransa'da bir ilkokulda yine kompozisyon ödevi vermişti çocuklara. Fransız edebiyat öğretmeni, öğrencilerine büyüyünce ne olmak istediklerini ve bunu neden hayal ettiklerini anlatan bir kompozisyon yazmalarını söyledi. En ön sırada oturan, ayakları yere bile değmeyecek kadar ufak olan sarışın çocuk dilini dışarı çıkarıp heyecanla yazmaya koyuldu. Kendisinden yıllarca evvel, verilen kompozisyon ödevini yapamayan Ankaralı çocuğun aksine harıl harıl dolduruyordu beyaz kağıdı. Bazen minik ellerine büyük gelen kalemi tutmakta zorlanıyor, bunu gören öğretmeni sevimli bir gülümseme ile ufak öğrencisine yardımcı oluyor, kalemin elindeki yerini sağlamlaştırıyordu. Kendini ödevine çılgınlar gibi kaptıran ufaklık öğretmeninin yaptığı yardımı fark bile etmiyordu. Büyünce ne olmak istediğini uzun uzun anlattığı kompozisyonunu tamamladı. Kağıdı öğretmenine teslim etti, kendinden iki boy büyük çantasını sırtına attı ve evine doğru keyifli keyifli yürümeye koyuldu...
Fransız edebiyat öğretmeni, bir adımlık balkonu ve balkonunda rengarenk çiçekleri barındıran, bir salon, bir çalışma odası, bir de yatak odasından oluşan, sanki Wes Anderson filminden fırlamış, tipik Fransız mimarisine sahip evine geldikten sonra kompozisyonları okumaya başladı. Kağıtları tebessümle okuyup dosyalarken, o en önde oturan minik öğrencininkinde uzun bir ara vermek zorunda kaldı. Üzerine düşündü, taşındı, emin olana kadar farklı açılardan ufaklığın yazdığı her şeyi analiz etmeye çalıştı ve sonunda ailesini aramaya karar verdi. Telefonunu eline aldı ve öğrencisinin annesinin kayıtlı numarasını tuşladı: "Alo, Bayan Griezmann. Ben Antoine'ın öğretmeni. Sizinle biraz konuşabilir miyiz..."
Edebiyat öğretmeni ve Bayan Griezmann, şu günlerde hem Atletico Madrid forması hem de Fransa Milli Takımı ile yeşil sahaların tozunu attıran Antoine Griezmann hakkında konuşuyorlardı. Öğretmen önce verdiği ödevin konusundan sonra da minik Antoine'in yazdıklarından bahsetti annesine. Anne şaşkındı. Çünkü Antoine büyüyünce futbolcu olacağını, Lyon'lu Sonny Anderson'a hayranlık duyduğunu ve idolünün o olduğunu ancak büyük ihtimalle sarışınlığı yüzünden Juventus'lu Pavel Nedved olacağını yazmıştı. Oysa birkaç ay önce Lyon, Montpellier, Sochaux, Paris Saint-Germain, Auxerre, Saint-Etienne gibi kulüplerin deneme idmanlarına katılmış ve hepsinden aynı yanıtı almıştı: "Bu çocuk çok ufak. Bundan futbolcu falan olmaz. Futbolda bir geleceği yok."
Henüz 10 yaşına gelmediği bir yaşta hiçbir futbol kulübü tarafından kabul edilmeyen Griezmann'a Fransa'nın amatör kulüplerinden Macon kapısını açtı. Bunda babasının o kulüpte antrenör olmasının payı da az değildi... 2005 yılında ise İspanyolların dev kulübü Real Sociedad'ın kapısından içeri girmişti ki henüz 14 yaşındaydı. Yani yazdığı kompozisyonun üzerinden çok geçmemişti. 18 yaşında artık profesyonel bir futbolcuydu ve hayallerine kavuşmuştu. Ancak o ödevi yaparkenki hırsını hiçbir zaman kaybetmedi. 23 yaşında Atletico Madrid'e transfer oldu ve o gün bugündür Avrupa'nın en üst düzey forvetlerinden birisi. Ama hala ayakları yere yetişemeyen o çocuk hali gibi görünüyor sahanın içinde. Mesela şortunun altına Sünger Bob'lu iç çamaşırı giymekten çekinmiyor. Egolarını çoktan Fransa'daki minik kasabasında bırakmış. Bu yüzden de en iyilerden biri işte..
Söylenenlerin aksine Antoine'ın futbolda bir geleceği olduğu gibi, futbolun geleceğini de bizzat yazanlar arasında çoktan yerini aldı. O gün, o kompozisyonu yazdığında kimse onun bir futbolcu olabileceğine inanmıyordu. Tıpkı Ankara'da o kompozisyonu yazamayan çocuğun bir gün Türkiye'nin en önemli yazarlarından birisi olacağına inanmadığı gibi. Ankara'daki o soğuk sınıfta kompozisyon yazamadı ama 5 sinema filmi, 4 televizyon dizisi, 8 tiyatro oyunu ve 12 kitap yazdı Yılmaz Erdoğan...
Serkan AKKOYUN