Kuzey Avrupa'da yer alan Letonya ya da resmi ismiyle Letonya Cumhuriyeti, yüzde 50'si yeşil alandan oluşan büyüleyici bir ülke. Bu ülkenin başkenti ise UNESCO Dünya Miras Listesi'ndeki Riga. Riga Körfezi kıyısında bulunan ve Daugava Nehri tarafından ikiye bölünen şehir Baltık Devletleri'nin en kozmopolit şehri. Ülke nüfusunun yaklaşık üçte birlik kısmına ev sahipliği yapan bu güzel şehirde üç gün geçirdim. İstanbul'dan üç saatlik bir uçak yolculuğunun ardından ulaştığımız şehir, hafızalarda yer alan eski Sovyet şehirlerine hiç mi hiç benzemiyor. Oldukça gelişmiş olan bu şehre bu yüzden Kuzey'in Paris'i deniliyor.
MİMARİDE FARKLI KÜLTÜRLER ETKİLİ
1990'ların başında dağılan Sovyetler Birliği'nden ilk ayrılan ülke olan Letonya, Avrupa Birliği fonları ile baştan aşağı değişmiş, yenilenmiş. Riga şehir merkezi havalimanından sadece 20 dakika mesafede. Otelimiz eski şehir olarak anılan yerde yer alıyordu. Bu arada şehrin tarihi bin 200'lü yıllara kadar dayanıyor. Şehir ve şehri saran bölge, Büyük Hun İmparatoru Atilla'dan bu yana Almanlar, İsveçliler, Hollandalılar, Polonyalılar ve Ruslar gibi pek çok ulusun egemenliği altında kalmış. Dolayısıyla tüm bu medeniyetlerin tarihi ve kültürel zenginliği de şehre yansımış. Şehrin mimarisinin en karakteristik özelliği Gotik, Barok ve Jugendstil tarzında yapılmış binaları. Bir de bir masal şehrini andıran Riga'nın dört bir yanında kulaktan kulağa geçen efsanelere dair anıları da görmek mümkün. Mesela çocuklara yardım eden bir dev olduğuna inanılan Lielais Kristaps'ın heykeli kocaman bir camekanın içinde karşınıza çıkabilir.
RUS TURİSTLER AĞIRLIKTA
Kristaps yerel halk tarafından o kadar çok seviliyor ki şehrin maskotu gibi heykelleri yolları süslüyor. Şehirde bulunduğunuz süre zarfında bunun gibi birçok halk efsanesine de kulak misafiri oluyorsunuz. Şehir merkezindeyken Riga Kalesi, Özgürlük Anıtı ve Riga Bourse Sanat Müzesi gibi yerleri görmenizde fayda var. Bu şehre yaptığımız gezi üç gün olduğu için nehir kenarında ve şehrin en popüler caddesi olan Audeju'deki kafelerde zaman geçirirken yerel halka ve onların yaşantılarına dair pekçok detayı da gözlemleme şansı yakaladık. Sokaklarda dolaşan gençlerin giyiminden, araçlardan ve sosyal ortamlardan ülkenin çoktan Avrupalı olduğunu anlıyorsunuz. Sovyet yaşam tarzına dair izler arasanız da gözlemlemeniz çok zor. Şehirde genel olarak bir kafe kültürü gelişmiş durumda. Buna turistler de adapte olmuş. Her yerde özel yapım kahvelerini keyifle içen insanlar görebiliyorsunuz. Şehrin neredeyse tamamı şık ve özenli insanlardan oluşuyor. Uzun boylu ve fit olan halk arasında çok az bakımsız ve özensiz kişiye rastlıyorsunuz. Şehrin bu kadar gelişmesinde Avrupalı turistler kadar Rus oligarklar da oldukça etkili. En çok para harcayanlar da zengin Ruslar olduğu için belki de her yerde Rusça panoları ve Rus zevkine hitap eden detayları görebiliyorsunuz. İlk iki günü şehirde gezerek geçirdikten sonra son günü şehre yaklaşık yarım saat mesafedeki Jurmala Bölgesi'ni ziyaret ettik. Jurmala'da bulunan Avrupa'nın en büyük su parkı Aguaparks, dört mevsim ilgi çekiyor. Jurmala'da ülkenin önde gelen bürokratları ve zenginleri korunaklı ve bahçeli lüks evlerde yaşıyorlar.
KEHRİBAR TAŞINDAN AKSESUVAR
Gittiğiniz yerlerden hediyelik satın almayı seviyorsanız Riga'dan çok fazla seçeneğiniz yok. En güzel hediyelik eşyanın kehribar taşı ve bu taştan yapılmış aksesuvarlar olduğunu söyleyebilirim. Özellikle eski şehirde bulunan hediyelik eşya mağazalarında bu taştan yapılmış ürünleri rahatlıkla bulabilirsiniz.
DÖRT BİN TÜR MANTAR
Letonya mutfağı karışık bir mutfak, yemeklerinde de İskandinav, Alman ve Rus etkilerini görmek mümkün. Ancak ağırlıklı olarak balık, lahana, patates, mantar, et ve kara ekmek tüketiliyor. Letonya'da dört bin mantar çeşidi bulunduğundan yemeklerde bol bol mantar kullanılıyor. Kurutulmuş tuzlu balık da çok popüler.
