Mehmet Sait Kılıç

Mehmet Sait Kılıç

12 Nisan 2018, Perşembe

Modernleşsin anasını satayım!

Suudi Arabistan'dan söz ediyorum. Siz ne sandınız? Suudi Arabistan, 1932'de İngilizler tarafından icat edilmiş bir devlettir...

Bu ülke manevi yönden Vehhabiliğin, maddi yönden de emperyalistlerin hegemonyası altında sıkışmış bir krallıktır.

Şimdilerde Arap Birliği'nin yükünü taşıyacak bir tür merkez ülke konumuna yükselmeye çalışıyor...

Suudi Arabistan sevimli, sıcak, mübarek, çöllerle çevrili bir memlekettir. Dev bir petrol ülkesidir. Zemzemi ve hurması meşhurdur. Hac ve umre ibadetlerinin gerçekleştirildiği ülke olması hasebiyle turizm geliri de oldukça yüksektir. Başka da bir numarası yoktur. Daha ne olsun! (Allah herkese böyle bir ülke nasip etsin!)

***

Halihazırda Suudi Arabistan'ın fiili kralı veliaht Muhammed Bin Selman'dır. Resmiyette babası görünse de fiilen böyledir...

Prens uyguladığı ezber bozan politikalarla, yaptığı atılım ve reformlarla dikkatleri üzerine çekmeyi çok iyi beceriyor. Gerçekten Prens bu mevzuda oldukça becerikli. Kimse onun eline kolay kolay su dökemez yani.

Prens'in emriyle, ulusal orkestra ve opera kuruluyor... Sinema salonları açılıyor... Kadınlar ne giyeceklerine karar verebiliyor... Kadınlar ehliyet alıp araç sürebiliyor... Kadınlar seçimlerde oy kullanabiliyor... İsrail'le ilişkiler düzeltiliyor... Nükleer enerjiyle ilgili çalışmalar yapılıyor... Ülkeyi saran "yolsuzluk kanserine" karşı "kemoterapi", ülkeyi modernleştirmek için de "şok terapisi" uygulanıyor...

Açıkçası dünya Prens'in adını başlattığı ve yürüttüğü yolsuzluk operasyonlarıyla duydu...

Veliaht Prens, 318 akrabasını yolsuzluk gerekçesiyle tutuklatıp, onlardan 106 milyar dolar alıp devletin kasasına koydu. Böylece ülke ekonomisine dişe dokunur miktarda katkıda bulundu...

Gerçek şu ki: Suudi Arabistan'da derin bir ekonomik kriz var...

Öyle ki, Suud yönetimi "düşük petrol fiyatları" nedeniyle devlet giderlerinin finansmanında bile zorluk çekiyor...

Prens, bir yandan emperyalist ülkelerin desteğine giderek daha çok bağımlı hâle gelen ülke ekonomisini kurtarmaya çalışıyor...

Bir yandan istihdam piyasasındaki yasalar ve farklı toplumsal kesimlere yeni sübvansiyonlar dağıtarak ülke içerisinde olası toplumsal karşı çıkışların önünü almaya çalışıyor.

Bir yandan da İran'ın yayılmacı politikalarını engellemek için Yemen iç savaşını yürütüyor...

Doğrusu kimsenin iplemediği Yemen'i Suudlar ezip geçmek istiyorlar ama bir türlü başaramıyorlar. Çünkü orada gizliden gizliye İran var. Hem de bal gibi, mis gibi...

Evet, iki ülke arasındaki savaş dördüncü yılını doldurdu. Dile kolay tam dört yıl. Ama elde var sıfır...

Daha da enteresanı, bu savaşın Suudilere günlük maliyeti 66 milyon dolar. Savaşın görünüşteki en büyük nedeni Suudiler ile İran arasındaki mezhep çatışması... Elbette ki bunda İran rejiminin bölgedeki etkinlik alanını genişletme çabaları da büyük rol oynuyor...

Öte yandan Yemen, Suudi Arabistan için petrol ve doğal gaz nakliyatı için yaşamsal jeostratejik önem taşıyor...

Bir diğer konu da, Prens bu savaşın neden olduğu yüksek maliyetin hiç olmazsa bir kısmını Birleşik Arap Emirlikleri'nin üstüne yıkmaya çalışıyor. Galiba başarıyor da...

***

Gelelim Vehhabilik meselesine...

Vehhabiler ile Ehl-i Sünnet arasında bir takım görüş ayrılıkları var. Aşağıda sayacağım teknik konularda Vehhabiler aşırılığa kaçmış durumdalar...

Arş, Kürsi, istiva ve müteşabih ayetler, Allah'ın kelamı, önceki ulemayı kötüleme, Müslümanları kafirlikle (tekfir), müşrik ve bidat ehli olmakla suçlama, cehennemin bekası, salavat getirme, zikir çekme, tarikat ve tasavvuf, Peygamber'i ve evliyayı vesile edinme, mübarek gün ve geceler, Peygamber'in kabrini ziyaret, kadınların kabirleri ziyareti, kabir, minare, ölüye Kur'an okuma, sakal, muska ve tespih meselesi...

Bediüzzaman onları şu sözleriyle övüyor: "Namaza çok dikkat ediyorlar. Şeriatın ahkâmına tatbîk-ı harekete çalışıyorlar. Başkaları gibi lâkaydlık etmiyorlar. Güyâ dînin taassubu nâmına tecâvüz ediyorlar. Başkaları gibi dînin ehemmiyetsizliğine binâen şeâir-i dîniyeyi tahrip etmiyorlar."

Çevirisi: Namaz konusunda çok hassaslar. Dinimizin hükümlerini ellerinden geldiğince yerine getirmeye çalışıyorlar. Bu konuda çok samimiler. İslami alamet ve sembollerle ilgili taşkınlıkları dine olan hürmetlerinden kaynaklanıyor. Art niyetleri yok yani.

Bediüzzaman'a göre, kader bu özelliklerinden dolayı Haremeyn-i Şerifeyn'in hizmetkarlığını onlara vermiştir... Çünkü birtakım Müslümanlar İslam'ın tevhid akidesine çok ama çok aykırı davranıyorlar...

Nedir peki çözüm?

Bediüzzaman şöyle der: "Hem, Vehhâbilik az bir fırkadır. Koca Âlem-i İslâmın havz-ı kebîri içinde ya erir, ya îtidâle gelir; çünkü menbâı hâriçte değil ki, âlem-i İslâmı bulandırsın. Menbâı hariçte olsaydı, çok düşündürecekti..."

Tercümesi: Vehhabiler sayıca azdır. İslam aleminin büyük havuzu içinde ya eriyecekler ya da itidale gelip ılımlı olacaklar. Zira Vehhabiliğin kaynağı İslam aleminin içindedir. O yüzden telaşa gerek yok. Eğer kaynağı ecnebilerde olsaydı o zaman panik yapılabilirdi...

Bu noktada can yakıcı iki soru: Muhammed bin Selman'ın başlattığı ve yaptığı reformlar önümüzdeki dönemde Vehhabiliği itidale getirecek midir? Bu bir.

İkincisi de, bu atılımlar Ehl-i Sünnet ile Vehhabiliği barıştıracak, bağdaştıracak ve kaynaştıracak mıdır?

Öngörümüz , temennimiz ve duamız bu yöndedir...

Hadi hayırlısı...

SON DAKİKA