Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Sağlık, güzellik... Ama tatsız kokusuz!

Biliyorsunuz, kokulardan söz etmeyi seviyorum. Hele güzel ve bizi derinden etkileyen kokuları...
Bebeklerin insanı en kötü zamanında bile dünyayla barıştıran ten kokusunu
; sevgilinin boynunun insanın ayaklarını yerden kesen kokusunu; uzun yolculuklarda açık camdan içeri girip genzimizi yakan ve bize hep özgürlüğü çağrıştıran asfalt kokusunu; azıcık okşandığında etrafa yayılıveren sevgi dolu fesleğen kokusunu...
Ve o mis gibi "şükür" kokan Ramazan pidesini...
Ne çok yazdım!
Dilerim, dünyayı koklamaya, koku almaya ve deneyimlerimi yazarak aktarmaya devam ederim.

***

Kokular "hamil-i hatıradır" der eskiler...
Doğrudur! Koku dediğimiz sadece o ana ait bir duyu olduğu kadar, hatta ondan da çok "anıların taşıyıcısı" işlevi görürler.
Bugün bellek ve koku ilişkisi üzerine yapılan bilimsel araştırmalar da atalarımızın kanaatini tümüyle destekliyor.
Marcel Proust (1871-1922) "Kayıp Zamanın İzinde" adlı yapıtında bir tatlı çöreğin (Madeleine) tadının ve kokusunun çağrıştırdığı çocukluk anılarının peşine takılıp yüz küsur sayfa yazmıştı! Ne zaman bellek konusu açılsa, okumuş yazmışlar hemen Proust'un o romanından söz ederler.
Aslında hangimizin belleği çaya batırılmış bisküvinin veya az önce mutfaktaki fırından çıkmış poğaçanın kokusuyla harekete geçmez ve bizi çocukluğumuzun derinliklerine geri götürmez ki! (Benim tercihim bildiğimiz bebe bisküvisidir ve bir de sıcak sıcak atıştırılan pişidir! Alır götürür beni, hatta oracıkta "koca bebeğe" çeviriverir!)
***

Elbette madalyonun öteki yüzü de var.
Bazı kokular çok acıtır insanın içini! Artık hayatta olmayan sevdiklerimizi hatırlatan kokular mesela! Ya da artık "hayatımız"da olmayanları hatırlatan kokular...
Bir psikoterapist arkadaşım vardı! Kokularla ilgili ciddi problemleri olan bir "danışanı"nı başka bir meslektaşına havale etmek zorunda kalmıştı. Bundan söz ederken "o problemlerle sen de başedebilirdin, neden istemedin?" diye sorunca ben, yerinden kalkmış beni giysilerinin bulunduğu kocaman bir dolabın önüne götürmüş ve bir çekmeceden sıkı sıkıya bantlanmış bir şeffaf naylon paket çıkarmıştı.
Ben şaşkın şaşkın bakarken...
İlk aşkını kastederek "onun bluzu... yıllardır saklıyorum ve çıkartıp ara sıra kokluyorum. Kokular konusunda ben himmete muhtacım, nerede kaldı başkasına himmet edeyim" demişti.
***

Sözü uzattım. Asıl anlatacağım başka...
Şimdi cevap verin...
Yemeklerini kokusuz olsun ister misiniz? İstemezsiniz, değil mi?
Zaten tadın yarısı koku duyusuyla oluşuyor.
Peki ya ölçülü yemeğe mecbursanız ya da mutlaka kilo vermeyi hedeflemişseniz?
Şu sıralarda bilim adamları tabağa serpildiğinde yemeğin kokusunu yok eden maddeler üzerinde çalışıyorlar. ABD'de şimdiden bu yolla "diyet" yaptıran uzmanlar var. Basit, zahmetsiz fakat etkili bir yol olduğu söyleniyor. Çünkü kokusuz bir yemeğe kimse iştah duymuyor, iki lokma alıp bırakıyormuş!
Şu işe bakın!
Sağlık ve güzellik istemenin bedeli bütün keyiflerden, hazlardan, tatlardan vazgeçmek galiba!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA