Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Fillerin ruhu var mı?

Bu köşeler babamızın malı değil anladık da...
Sırf öyle diye buraları güncelin emrine verip tepe tepe kullandıracak kadar da samimiyetsiz olamayız!
Ne yalan söyleyeyim...
Son iki gündür medya gündeminden koptum. Zihnimi hayvanlar meşgul ediyor. Onlardan söz edeceğim.
Hayır! Hayvan hakları veya hayvan sevgisi değil kastettiğim. Daha başka bir şey!
Minik kedimin bir gözüne bir şeyler oldu. Açmakta zorlanıyor.
Oysa gözler önemli. Hayvanların gözlerine baktığımda, orada "birisi"nin varlığından emin oluyorum.
O halde, bilim felsefesinin ve modern kültürün bize "yasakladığı" soruyu yeniden sormanın zamanıdır...
Hayvanların bir ruhu var mı?

***

Gelin şimdilik bu soruyu biraz daraltıp sadece filler için soralım.
Neden filler, derseniz...
Birincisi... Fillerin duygu dünyaları ve sosyal hayatları inkâr edilemeyecek kadar belirgin. Hani öyle pozitivist başöğretmen edasıyla "sakın antropomorfizm yapmayın bakayım!" diyemeyeceğiniz kadar açık bir gerçek bu.
İkinci nedene gelince... Bilim ve teknoloji dergisi The New Atlantis'in yayın yönetmeni Caitrin Nicol'ün yeni okuduğum ve çok etkilendiğim "Fillerin ruhu var mı?" başlıklı makalesi.
Nicol, filler üzerinde uzmanlaşmış etologların (hayvan davranış bilimcilerinin) son yıllarda yayımladıkları kitapları değerlendirdikten sonra bu başlığı atmış. Çok manidar.
***

Sirkler ve hayvanat bahçelerinde zarar gören fillerin "dinlenmeye" çekildiği bir çiftliğe gönderilen 51 yaşındaki Shirley'nin hikâyesini okudum sonra...
Shirley daha ilk gün yanına konduğu Tarra adlı file sirkteki yıllar boyunca bedeninin zarar gören yanlarını tek tek göstermiş. Tarra da büyük bir şefkatle o noktalara hortumuyla dokunmuş.
Gecenin bir vakti Jenny adındaki başka bir fil guruldayarak Shirley'nin bulunduğu bölmenin parmaklıklarına dayanmış. Meğer Jenny ile Shirley tam yirmi iki yıl önce aynı sirkte çalışmışlar. (Afrikalılar "Filler asla unutmaz" derler!)
Bu türden dolu fil vakası anlatabilirim size.
Ama asıl mesele o değil.
İnsanlık binlerce yıl hayvanların, bitkilerin, hatta taşların bile ruhu olduğuna inandı. Dinler de bunu vazediyordu. Sonra "Aydınlanma" geldi, bilim felsefesi gelişti. İş değişti, konu kararıverdi!
Can ile ruh, canlılık ile "varlık" birbirinden kopartıldı.
O yüzden hayvanları seviyoruz ama alttan alta "sadece genetik programlı içgüdüleri var" diye hafife alıyoruz.
Şimdi fillerden başlayarak bakışımız yavaş yavaş değişecek gibi görünüyor.
İyi de, o arada biz insanların "ruh"larına ne oldu, diye sorarsanız...
İşte onu anlatmaya "köşe"ler yetmez!

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA