Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Fotoğraflar ve hayat!

Pırıl pırıl bir Kanlıca sonbaharı.
Gözümü akıntıya kafa tutarak Emirgan'a doğru yol alan dolmuş teknelerinden alamıyorum.
Çayım güzel.
Çift kaşarlı tostum da geldi.
Tam yazımı burada yazıp gazeteye göndersem mi diye düşünürken...
Onlar geliyor.
Genç bir anne baba ve beş yaşlarındaki oğulları.
Önce iskelenin, sonra teknelerin önünde fotoğraflar çekiliyor.
Oğlan bir annesinin sırtında, bir babasının. Yüzlerde kocaman gülüşler.
Çekimlerin ardından masaya oturuluyor, pudra şekerli yoğurt eşliğinde az önce çekilmiş fotoğraflar sosyal medyaya geçiliyor.
Baba soruyor anneye: Ne yazacaksın?
Rüzgâr seslerini bana kadar taşıyor.
Anne "ailemle musmutlu bir sabah yazdım" diyor. Tabii hızla mutsuzluklarına geri dönüyorlar.
O fotoğraflara bakanlar sonraki yarım saat boyunca karı kocanın kavgasının yan masalardakileri bile rahatsız ettiğini, dikkati üzerine çekmek için mızıldanan çocukcağızın ise durmadan azar işittiğini bilmeyecek.
"Eh bunlar normal sayılmalı" diyeceksiniz!
Haklısınız.
Zaten asıl anormallik fotoğraflarımızda.

***
Düşünüyorum da...
Annesinin fotoğrafına bakıp bir tür labirente giren (ve kendi Ariadne'sini arayan) Roland Barthes'ın yazdıkları şimdi bize ne kadar yabancı.
Fotoğraf üzerine yirminci yüzyılın Barthes, Sontag, Berger gibi incelikli düşünürlerinin yazdıkları ne varsa git gide anlamını kaybediyor.
Artık fotoğraflarımızda öylece durup bize anlam verilmesini beklemiyoruz.
Tam tersine, çırpınıyoruz...
Hayatımızı fotoğraf üzerinden tashih etmek için çırpınıyoruz...
Uzaktan uzaktan sevmek, uzaktan uzaktan dertleşmek için çırpınıyoruz...
Fotoğraf eskilerin yaptığı gibi gerçeği dondursun diye değil, hayallerimizi harekete geçirsin diye çırpınıyoruz.
Yorucu mu?
Belki...
İçten içe.
***
Geçenlerde duydum...
Bir genci defnediyorlarmış. Arkadaşları üzerine toprak atılmadan önce mevtanın kefeniyle fotoğrafını çekip facebook'ta paylaşmışlar.
Son bir "hatıra" olarak...
İşler bu noktaya kadar gelmiş işte!
Fotoğraf paylaşım kültürü denen şey bütün "dokunulmazlık" alanlarını çiğneyip geçiyor. Sükûnet ve mahremiyete dair her şeyi erozyona uğratıyor.
Yalanlarla gerçeklerin bu kadar iç içe geçebileceğini kestirebilir miydik?
Daha net sorayım...
Geçmişte bize gün gelecek kanlı canlı hayatımızı fotoğraf kareleriyle değiş tokuş edeceğiz ve sadece ikincisine "hayatımız" muamelesi yapacağız, deselerdi...
İnanır mıydık?
Kim bilir, daha neler olacak!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA