Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Münazara kültürü düşünce dünyamızı karartıyor...

Bu olguya herhalde "Münazara kültürü" dememiz gerekiyor.
Okulda iki takım kurulur ve bunlar kendilerine verilen tezleri inansalar da inanmasalar da savunurlar.
Sonunda oylama yapılır ve hangi takımın daha iyi savunma yaptığına dinleyiciler karar verir.
Önemli olan bir tezi savunanların o teze inanmaları veya tezlerden hangisinin gerçekten doğruyu yansıttığının anlaşılması değildir.
"Sanat sanat için mi yoksa toplum için mi yapılmalı" benzeri klişe tartışma konuları da, "Münazara Kültürü" nün değişmez malzemeleridir.
Bu kültürde cümleler evrensel doğruyu ve gerçek olanı aramak için değil, karşı kaleye gol atmak için kullanılır.
Bir siyasi partinin temsil ettiği seçmen kitlesinin beklentileri veya programı değil, iktidarda veya muhalefette olması o partinin temel konulardaki tutumunu belirler.
Bu kültürün sosyopolitik yaşamımıza yansıma biçimini, her konunun "Ak" ile "Kara" çizgisinde tartışılmasında görmüyor muyuz?
Alın şu Ergenekon'u...
Kimsenin yargı sürecinin sonucunu bekleyecek hali yok.
Gözaltına alınmalardaki, ev aramalarındaki rahatsız edici durumları eleştirdiğiniz zaman, bir anda "Ergenekoncuların avukatı" damgası yemeniz işten bile değildir.
"Ergenekon'un sonuna kadar gidilsin ve darbe süreçleri artık bitsin" dediğinizde ise "Yargısız infazcı" olarak görülmeniz mümkündür.

Töre mi değil mi?
Münazara kültürü sadece Ergenekon'a ilişkin yansımalar göstermiyor.
Mardin'in Bilge Köyü'nü kana bulayan katliamı da böyle tartışmıyor muyuz?
Bu facia da şimdi "Töre miTöre değil mi" çizgisinde tartışılmıyor mu?
Çoğumuz olayın gerçek nedenlerini bilmeden ve olaya konu olan toplum kesiminin özelliklerini tam anlamadan, faciayı duyduğumuz anda yargımızı vermiş durumdaydık.
Aslında bir çeşit "Negatif toplum mühendisliği" denemesidir bu.
Yani olan bir yapıya değil olmasını uygun gördüğümüz bir yapıya bir toplum kesimini oturtarak onu yargılamayı denemekteyiz.
Ama bundan daha tehlikeli olan tabii ki "Pozitif toplum mühendisliği"dir.
Şimdi bazılarımız "Güneydoğu'da toprak reformu yapılsaydı ve ağalık kurumu bitirilseydi bunlar hiç olmazdı" diyerek PKK'dan köy koruculuğuna, töre cinayetlerinden Bilge Köyü katliamına uzanan alanları ele alıyorlar.
Acaba gerçekten 1960'larda planlanan Güneydoğu'ya ilişkin toprak reformu yapılsaydı, mesela "Kürt realitesi" de ve bunun bölücü teröre ilişkin uzantısı olan PKK da bugün gündemimizde bulunmaz mıydı?

Değişimi anlamak
Şimdi yazılarını Taraf'ta okuduğumuz Nabi Yağcı, "Değişim" ve "Değiştirmek" konularına şöyle yaklaşmıştı dün:
- ...Peki, demokrasi tamam da, gelecek hayallerimiz, ütopyalarımız olmamalı mı? Bence olmalı ve ben kendimi hâlâ Marx'ın tanımladığı gibi, "Dünyayı tasvir etmek değil onu değiştirmek" idealinin yanında görüyorum. Ama değiştirmeyi takıntı haline getirmek, değişeni görmeyi engelliyor, oysa dünya bize rağmen değişiyor zaten. Ama çoğu kez bu değişim öngörülenlerden farklı tezahür ediyor. Bunu akılda tutmak koşulu ile yine de geleceği öngörmek gerekli; bırakalım sol olmayı, aydın olmanın gereği bu.
Evet...
Önümüzde tercihler var.
Değişimi de, gerçekleri de görmezden gelerek, yanlış algıladığımız ve sanal gerçeklere dayalı bir değişim modeli mi üreteceğiz?
Yoksa bize rağmen değişen yurt ve dünya koşullarını anlamaya çalışıp, hiç olmazsa gerçekleri tasvir etmeyi mi başaracağız?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA