Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Kavramları ve kurumları karıştırıyoruz...

Hepimiz birer Konfüçyüs değil miyiz?
Konfüçyüs nasıl "Kralın oğlu olmak prens olmaya yetmez" demişse...
"Prens yakışıklı, cesur, adil, cömert ve merhametli de olmalıdır" diye "Prens" kavramını kendince belirli koşulların varlığına endekslemişse, bizler de her kavramı böyle kendimizce uygun olan koşullara endekslemiyor muyuz?
Örneğin "Baba"mız öyle olmasa bile, kaybettikten sonra onu "Bilge, şefkatli, affedici, öngörülü" bir kişi olarak anmaz mıyız?
Bin yıllık atasözlerini bile "Babam bana böyle öğretmişti" diye tekrarlamaz mıyız?
Kafamızdaki bu koşulları kavramlara yerleştirirken, doğal olarak kavram kargaşalarımızın girdabına da sık sık kapılırız.
Örneğin "Hukuk" ile "Yargı"yı karıştırdığımız için, bütün yargıçların ve savcıların evrensel ve çağdaş hukuk anlayışının aradığı ölçülere uyduklarını varsayarız.
Oysa Katolik inancını kabul etmeyenlerin diri diri yakılmalarına (autodafe) hükmedenler de Engizisyon yargısının yargıçları değil miydi?

Cumhuriyet ve demokrasi

Veya şu "Cumhuriyet" kavramının algılanmasına bakalım...
Aldığımız eğitimin kafamızda şekillendirdiği "Cumhuriyet rejimi" imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplumun kendi kendini yönetmesinin adı değil midir?
Kabul edelim ki "Cumhuriyet" ile "Demokrasi" arasındaki farkları yeni yeni görmeye başladık.
Çavuşesku'nun da, Saddam'ın da "Cumhurbaşkanı" olmalarına karşı 2'nci Elizabeth'in "Kraliçe" olması bile çoğumuzun zihninde yıllarca Cumhuriyet kavramına dönük soru işaretleri yaratmadı.
"Demokrasi"ye de böyle yaklaştık.
Neticede İran'da da yönetime seçimle gelenlerin olduğu bir "Teokratik demokrasi" yok mudur?
Bizim aradığımız demokrasi, hukukun üstün ve hukukun kaynağının uhrevi değil dünyevi olduğu, temel hak ve özgürlüklerin kutsandığı, her alanda haklı ve serbest rekabetin sistemin temelini oluşturduğu "Liberal demokrasi"ydi.
Ama temel kültürümüzde sosyalistlik gibi liberallik de "Rejim düşmanı" olarak listelendiği için, "Liberal demokrasi"ye bağlı olmaktan utandık. Kendimizi "Milliyetçi muhafazakâr" falan benzeri tanımlamalara oturttuk.

Çağdaş ve sivil
Tıpkı "Çağdaş"ın hangi çağı ifade ettiğini tam belirlemeden, 18'inci yüzyıl bestesini topluma "İşte çağdaş uygarlık" diye sunmamıza benzer bir durumdu "Liberal demokrasi" kavramına duyduğumuz yabancılık.
Şimdi de "Sivil toplum kuruluşu" kavramını yontumuzun konusu etmiş durumdayız.
Örneğin bazılarımıza göre sivil toplum kuruluşu demokratik olmalı, laik olmalı...
Ama bu bazıları için sivil toplum kuruluşunun "Sivil" olması pek şart değil.
Bir askeri darbede Anayasa lağvedilip Meclis kapatılmışken, Anayasa Mahkemesi'nin açık bırakılmasını nasıl yadırgamadıysak, bir sivil toplum kuruluşunun "Ordu göreve" diye askeri siyasete davet etmesini de doğal karşılayabiliyoruz.
Dünkü Bugün'de Gülay Göktürk bütün bu anlattıklarımızı somuta bağlayan değerlendirmesinde "Çağdaş Yaşam" ile "Gülen Hareketi" ni birbirlerini düşman sayan iki sivil toplum kuruluşu biçiminde değerlendirerek, şu temel doğrulara parmak basmıştı:
- Evet, bu iki hareket aslında aynı minderde güreşen iki rakip oldukları için bu kadar çatışıyorlar.
Biri kendi çağdaşlık ve laiklik anlayışı çerçevesinde Türkiye'nin daha çağdaş bir ülke olmasını misyon edinmiş; bunun için çalışıyor. Diğeri de dini yüksek ahlak sahibi, iyi insan olmanın temel kaynağı olarak görüyor ve daha dindar bir toplum için faaliyet gösteriyor.

Rekabet mi düşmanlık mı?

- Demokrasiyi toplumsal ilişkilerin doğal bir parçası haline getirmiş toplumlarda bu iş zaten hep böyledir. Farklı sivil toplum kuruluşları, farklı duyarlılıklarıyla, farklı dünya görüşleriyle bir arada var olur; kimileri arasında dayanışma, kimileri arasında da kıyasıya bir rekabet vardır...
- Bizde yanlış olan, bu iki hareketin birbirleriyle rekabet etmek yerine, birbirlerini acımasızca ezmeye ve yok etmeye çalışması... Diğerinin varlığını kendi var oluşu için tehdit sayması... Düşünün ki bu iki akım daha baştan yek diğerini sivil toplum kuruluşu saymayarak, hatta meşru saymayarak başlıyor işe...
Her iki taraf da diğerini ayrımcılık yapmakla suçluyor.
- Sonuç; yarışmanın yerini düşmanca mücadele alınca "serbest rekabet ahlakının" çiğnenmesi (devletin göreve çağırılması, rekabetten kaçıp yasaklamalara bel bağlanması, bel altı vuruşlarla güdümlü ifşaatlarla yıpratılmaya çalışılması) de kaçınılmaz oluyor ve demokratik bir toplum için şart olan farklı sivil akım ve hareketler toplumu bölen unsurlara dönüşüyor. Bu bölünmüşlük ise sivil toplumun gelişmesine değil, otoriter devletin güçlenmesine hizmet ediyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA