Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Tarihimizle yüzleşmek mi yoksa hesaplaşmak mı istiyoruz?

Demokrasi farklılıkların birlikte var olmalarını sağlayan bir rejimdir.
Önce tek partili yönetimde, sonra da demokrasiye ara verilen geçiş dönemlerinde, her çeşit farklılığa karşı devletin ve merkezden yönlendirilmiş kitlelerin nasıl hoşgörüsüz davrandıklarını gördük.
Artık bu konularda toplum olarak ergenlik çağını geçmiş olmamız gerekiyor.
Kendi geçmişimizin karanlıkta bırakılmış sayfalarını açabildiğimiz ve kendi tarihimizle yüzleşmeye başladığımız bir dönemdeyiz.
Bu Türk siyaset ve düşünce hayatının bir çeşit siyasi rönesansı sayılabilir.
Bu dönemi başarı ile geçip daha özgür ve aydınlık bir siyasi modeli oturtabilmek yolunda hepimizin eskisinden farklı sorumluklar taşıdığımızı bilmeliyiz.
Örneğin "Tarihimizle yüzleşmek" ile "Tarihimizle hesaplaşmak" olguları birbirine karıştırılmamalıdır.
Ya da "Kurumları yeniden yapılandırmak" isteğinde ölçüyü kaçırıp "Kurumlarla kavga etmek" gibi bir hedeften sapış, istenen sonuca varmayı engelleyebilir. "Yargısız infazlar" ve "Medyatik linçler" yüzleşmeyi göze aldığımız tarihimizin ayıplı gerçekleriydi.
Bunları bugüne taşımaktan herhalde kaçınmalıyız.

Sorumluluk şarttır
"Siyasi sorumluluk"
sadece iktidardaki kadroların taşımak zorunda oldukları bir yük değildir.
Ayrıca sorumluluk bir yük değil bireysel ve toplumsal yaşamın bir vazgeçilmezidir de.
Bütün bu genel doğruların ışığında, şu anda birbirlerini düşman kampların tarafları olarak gören ve sunan polemikçilerin, bir an için durup düşünmeleri gerekiyor.
Karşılıklı karalama ve aşağılama kampanyaları ile bütün taraflar aynı ölçüde yıpranmaktalar.
Türkiye'nin batısında yaşayanlar doğuda yaşayanların hassasiyetlerini anlamak zorunda oldukları gibi, doğuda yaşayanlar da batıdakilerin hassasiyetlerini anlamayı artık düşünmelidirler.
İktidara veya muhalefet partilerinden birine saplantılı karşı olmak, sonunda insanları hiç düşünmedikleri kampların içine itiyor.
Cumhuriyet tarihinin ayıplı sayfalarını açıp bunların tekrarını önlemek amaçlanırken, bu tarihin tümünü kara bir sayfaymış gibi göstermek yanılgısına da, kolayca düşülebiliyor.

Neyi amaçlıyoruz?

Askerin siyaset dışında bulunduğu, devletin erklerinin kuvvetler ayrılığı ilkesine saygılı olduğu, temel hak ve özgürlüklerin kutsandığı, hukukun üstün olduğu bir anayasal demokrasiyi amaçlıyorsak, bu düzenin gereklerini de özümsemek zorundayız.
Çok yakın geçmişimizdeki kamplaşmalar ve kavgalar sonucu, bu düzenin gerçekleşmesi hep ertelendi.
Şimdi tabuların yıkıldığı, konuşulmazların konuşulduğu ve dünyaya eskisinden daha açık olduğumuz bu dönemi de ziyan etmemeliyiz. "Kürt Sorunu"nu sorun olmaktan çıkartmak gibi bir şansı yakalamışken, kavgalarımız ve kamplaşmalarımızla bir de "Türk sorunu" üretmemeliyiz.
Gelişmiş bir toplumda herkes kendi yaptığı işin en iyisini yapmaya çalışır.
Gazeteciler "Sen neden benim yazdığım gibi yazmıyor, neden benim haberlerimi haberleştirmiyorsun" diye birbirlerinden hesap sormazlar.
Siyasetçiler rakiplerinin her yaptığına "Hayır" demek yerine "Ben olsam böyle yapardım" diyerek alternatif politikalar sunarlar topluma.
Siyaset üretenler "Bölünme fobisi"ne değil "Birliğin gücü"ne oynarlar.
Gerçekten bir an durup düşünmemiz gerekiyor.
"Kaos"u mu "Demokrasi"yi mi istiyoruz?
"Yüzleşmek"ten mi yoksa "Hesaplaşmak"tan mı yanayız?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA