Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÖZÜN ÖZÜ ÜNAL ERSÖZLÜ (EGE)

Hayat notları: Ruhunun sesi

İnsan kendisiyle yalnız kalmalı ara sıra... Ama 'yalnızlaşmak' olmamalı bu...
Yalnızlıkta çoğalmak gibi bir şey... Sadece kendisine yoğunlaşmalı o anda belki...
Sessizliğin sessiz sesini dinlemeli... Uzaklardan taşmalı, okşanan çiçeklerle bu güzellik... Sesin sesini dinlemeli tek başına... Belki ruhunu, küçük tembellik denizinin kıyısında dinlendirmeli...
Kendisiyle baş başa kalmayı öğrenmeli, başkalarına bir şey verebilmek için insan...
Yalnızca bir köşede otururken, kendisini dinlerken, dinlenebilmeli insan...
Bir şiir gibi akabilmeli, hayatın uçsuz bucaksız sonsuzluğundan... Kendi, atomun içinden, içine...

***

İnsan şu canavar tüketicilikten, vazgeçmeli bir an için... Durmalı aniden bir kavşakta. Ey yolcu, nereden, nereye? Sormalı... Ordan oraya koşuşturmaktan... Vazgeçmeli bir anda... Soluğunu hissetmeli... Sessizce oturmalı, bağdaş kurmalı mesela bir köşede...
İlle de adının metidasyon olması şart değil... Bir ağacın toprağa değdiği yerde... Bir odada... Masasının önünde... Bahçede... Sessizce kendisine bakmalı, en fazla Mozart dinlemeli mesela...
Mozart'ın kanatlı kıyıcığında, ruhunun miras bıraktığı sesi yüceltmeli insan...
Belki Bach'a yanaşmalı yavaşca... Canı istiyorsa da bir Neşet Ertaş türküsüne...
İçini, ruhunu sulamalı şarkılarla, notalarla insan...
***

İnsan kendisini bir taş gibi yontmalı... Kaba yanlarına, fazlalıklarına, büyüklük duygusuna, içinin derinlerindeki zavallı narsistliğe bakmalı... Sonra güzel aynadan baktıkça, tüm bunlardan bıkarak, kendisinden sıyrılmalı... Anlama yaklaşmalı... Kendisi kendisinden uzaklaşmalı...
İnsan, benliğini esir eden huylarından, körleşmesinden, yüreğinin sağırlığından sıyrıldıkça, eğer ustalık ise önce yaşamanın ustası olmalı...
İnsan hiç kendisini abartmamalı...
Bu dünyadan geçen kralları, padişahları, büyük adamları, büyük sanatçıları düşünmeli.
Sonra bir mütevazılık okyanusunun ılık sularıyla yıkanarak, huzur bulmalı...
Bildiği en iyi işi, sakince yapmaya çalışmalı insan...
***

İnsan tatlı tatlı şımarmalı bazen... İnsanlık oyununda, soyunmalı ciddiyet elbisesinden... Gülmeli... Sevdiğini ise daha çok; çok çok şımartmayı bilmeli...
Kaçamak dokunuşlarıyla, şirin sözcükleriyle, hayattan fışkıran sevgisiyle şımartmalı...
İnsan mutlaka sevmeyi öğrenmeli yaşarken, sevilmeyi hissetmeli sıcacık...
İnsan sabrı öğrenmeli... Sabrın getirdiğini anlamalı... Sabırlı olmalı....
On düşünüp, yüz sabredip, bir konuşmalı insan...
Yakınmadan, koca akışta, doğallıkla, hoşlanarak, sevinçle yapabilmeli bunu...
Bu hal ile buluşurken, insanın tüm hallerini anlayabilmeli insan...
Düşen halini... Orta halini... Yükselen halini... Muhtaç halini...
Bir ele uzanmayı yaşadıkça, bir el uzatmayı gönülden öğrenmeli insan...
***

İnsan arada sırada, çıplak ayakla toprağa basmalı... Toprağın gövdeye dokunuşuna, o doğallığa şükretmeli insan... İnsan soluk aldığı, sağlığı, sevdiği, sevildiği için...
Kendisine sunulanlar, belki de zamanı gelmediğinden sunulmayanlar için bile, kendi kendisine, hiçbir yargıya kapılmadan, kendisini kavramlarla sınırlamadan, şükretmeyi bilmeli...
Şükretmeli insan... İnsan yağmurlar altında yıkanmalı... Tadına varmalı doğanın... Arada ağlamalı... Üzüntü nehirlerinin kıyısında, şefkatle, dolu dolu ağlamalı...
Başkaları için... Başkalarının acıları için, ağlamayı bilmeli insan... O acılardır ki büyür yüreklerde, merhametle gözyaşı ister... O gözyaşlarıyla dinginleşir... İnsan acıyı anlamalıdır...
İnsanın en büyük macerası, giderek kirlenen bu yeryüzünde, hakiki insan olmayı başarması...
Bir de, bir insanın düzeltebileceği en önemli şey, önce kendisi... En büyük devrim budur çünkü...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA