Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler...

Hep Anadolu yakasında oturup Avrupa yakasında çalıştım, İkitelli’ye razıyken Hadımköy’e sürüldüm, çok çile çektim. Şimdi evden havalimanına 25 dakikada gitmek, bilim kurgu gibi geliyor

İki hafta önce. Evden çıktım, Atatürk Havalimanı'na gideceğim. Uçaktan yaklaşık bir buçuk saat önce orada olmayı hesaplayıp yola da bir buçuk saat koydum. Avrasya Tüneli'nin girişine kadar gelmişken, imza attığım skandalı fark ettim: Yanıma almam gereken en mühim üç şeyi, tam da son anda unutmamak için kapının önüne koymuş, sonra da orada bırakıp kapıyı çekip çıkmıştım. Üç şey; atkı, kulaklık ve cep telefonuydu! Sonuncu olmadan nefes bile alınmıyor artık malum. Bir uzvu kopmuş gibi eksik, yarım hissediyor insan kendini. Çıplak ve çaresiz kalıyor. Ama ilk ikisi de boru değildi; istikamet Kars'tı çünkü ve onlarsız kalmak daha Kars'a varmadan korkudan kaskatı etmeye kâfiydi. Mecburen döndüm. Yol boyu kendime küfrederek. "Çok vakit kaybedeceğiz tabii, di mi?" diye sordum arabayı kullanan Enver beye. Bir keresinde uçak bir saatten fazla rötar yapmış, kalkıştan sonra konuşmaya başlayan kaptan pilotumuz, "Merak etmeyin, kapatırım ben o arayı" diyerek yüreğimize su serpmişti! İşin komiği, kapatmıştı da! Belki dedim, Enver bey de benzer biçimde "Hallederiz" der de, yatışırım. Ama "E tabii, kaybedeceğiz" cevabı hevesimi kursağımda bıraktı.

ÇOK ŞAHANE VE ÇOK ACI
Onca yolu döndük, evden 'kutsal' üçlüyü aldım, değerli eşimin bir saate bir bana, tekrar saate tekrar bana, fevkalade acıyan gözlerle bakışını yakalayıp, soğukkanlılık eşiğini aşan bir rötarla tekrar yola çıktık. Sıfırdan. Normal şartlarda uçağı kaçırmam ya da en iyi ihtimalle arkadaşlarla randevulaştığımız gibi çay-kahve faslında değil, koşturmaktan perişan biçimde binen son yolcu olarak uçakta karşılaşmamız gerekir. Fakat mucizevi bir şey oldu. Bin yıllardır evden en az bir buçuk saat süren havalimanı kapısında indiğimde, arabaya bindiğimin üzerinden sadece 25 dakika geçmişti. Bilim kurgu gibiydi. Çocukluk hayallerimizden 'ışınlanma' nihayet hayata mı geçmişti? Gerçek olamayacak kadar güzeldi... Avrasya Tüneli'ni ilk kullanışım değildi. Açıldığı günün ertesinde tünelden geçerek hop diye Sultanahmet'e gitmiştim. Haftasına, Fatih Camii'ndeki cenazeye yetişir miyiz telaşı içindeyken, herkesten önce varmıştım. Ama bu bambaşkaydı. Evden Atatürk Havalimanı'na sadece 25 dakikada gitmek, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir tecrübeydi. Çok şahane ve çok acıydı. Acı bunun neresinde? Şurasında: Hayatım boyunca Anadolu yakasında oturup Avrupa yakasında çalışmak yetmezmiş gibi, bir de öyle Beşiktaş, Mecidiyeköy vs gibi merkezi semtlerle değil, en uzaklarla muhatap olmuştum. 1992'de Cosmopolitan dergisiyle cümleler kurma işine bulaştığımda, Sabah gazetesi de dergi grubu da İkitelli'deydi. Güneşli, Yenibosna, diğerlerinin yanında açık ara en yakın olan Bağcılar derken, ölümcül darbeyi Hadımköy vurmuştu! Beş yıl boyunca haftanın beş günü Hadımköy, bugünden bakınca akıl almayacak, imkânsız bir haldi. Gençlik işte! Bu yollarda çok eziyet çektim. Yağmuru var, karı var. Üç saatte gidip üç saatte döndüğümü bilirim. Toplam altı saat yol; günün dörtte biri, ne feci ısraf... Bugünden bakınca hem şükrediyor insan haline... Avrasya Tüneli'ni öpüp başına koyası, öte yandan da isyan edesi geliyor. Ve o güzelim şarkı Kaybolan Yıllar'ı söyleyesi: Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler... Şimdi bana seninle bir ömür vaat etseler...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA